bir tekne dolusu yolcu ada’ya gitmek için kaptanın hareket borusunu çalmasını bekliyoruz.
…
..
.
10:44 kınalıada’da indim. iskelenin solundan yürüdüm her zamanki çakıl taşlı plaja yürüdüm. deniz eskisi gibi değildi. şezlong şemsiye fiyatı uçuktu. yarım saat denize girip çıkmak için çoktu. geri döndüm. martılara simit atan kadının sokağına ilk kez girdim. deniz daha temizdi ve ücretsizdi. zaten plajlar halkındı. yersek! sözüm ona beachlerden kalan 15 metrekarede ama çok da kalabalık olmayan alanda denize girdim.
…
..
.
12:02 karnım acıktı. martılı kadının sokağından çıkıp çarşıya yürüdüm. esen bir yer aradım. kadıköy iskelesinin solundaki yeri sevdim. denize bakarak karnımı ve ruhumu doyurdum. çay söyledim. geldi. teşekkür ettim. kırık türkçeli garson bir şey söylemedi. ya anlamadı dediğimi yahut sallamadı. önemsemedim. gözlüğümü unutmuşum. yakın gözlüksüz yazmak çok zordu. bu daha önemliydi. ve rüzgar adada şehirdekinden farklı esiyordu. keşke dedim bir adada yaşasaydım.
…
..
.
13:17 beachlerden ırak bir bambunun gölgesinde yalnız bir martı ile nalan altınörs dinleyip kaderimize ağlıyor gibiyiz. ama ve aslında mutluyuz. yok hayır, galiba daha çok düşünceliyiz. olanlar ve olmayanlar hakkında. şimdilik gelecek planımız yok. uzmanlara kulak verip içinde bulunduğumuz an’a tutunmaya çalışıyoruz. arada, “sen niye yalnızsın sordular eller” dedikçe nalan altınörs derin nir ahh çekiyoruz. ama çok takılmıyoruz. kaldığımız yerden dalgalara bakmaya devam ediyoruz. karadan denize esen rüzgarın iliklerimize işlemesine izin veriyoruz. sıradaki şarkının eski sevgili hüznünü üzerimize boca etmesine olanak tanımıyoruz. zarif bir bilek hareketiyle şarkıyı ve sanatçıyı değiştiriyoruz. ve önümüze bakıyoruz. fakat önümüzde; içli bir marmara ve dönmek istemediğimiz bir kara parçası..
…
..
.
belki devam eder..