şarkıdaki gibi milyon şey var aklımda. misal şekersiz içtiğim çayı -bilmediğinden dolayı- her seferinde kaşık ve şekerle getiren garsona şeker kullanmıyorum demek yerine kaşığı ve şekeri bir kenara koyuyorum. ikinci seferinde tam diyecek gibi oluyorum. demiyorum. sanki bir yanım kendisi anlasın istiyor. ya da hiç konuşmak istemiyor.
.
23 nisanda geldiğim deniz kenarına 1 mayısta da geldim. denizler çünkü bayım; benim bayramım.
.
bize hizmet eden kafe çalışanları belki de bugün çalışmadığımız için şanslı olduğumuzu düşünüyorlar. ama kazın ayağı öyle değil sevgili kardeşlerim. hiç öyle değil. zira yusuf gülseçen haklıydı; hayat, sahip olduklarımızın dışında kalanlardı çoğu zaman *
.
bir insan görüyorum bazen. hiç tanımadığım, hayatımda ilk kez gördüğüm belki de bir daha hiç görmeyeceğim, görsem de hatırlamayacağım. işte bu insan çok bir iyi insan diyorum. üç beş saniyede veriyorum bu kararı. ve yanıldığımı hiç düşünmüyorum. az önce misal yine oldu. kızıyla deniz kenarına yürüyordu. çok iyi bir insandı. biliyorum. çünkü hiç yanılmamıştım!
.
martılar toplaşmış kayalıkların üzerine. iki kadın, bir çocuk da pür dikkat onları izliyor. bense hepsini izliyorum. adalar dahil. afrika hariç..
.
sonra bir sade kahve, bir top kek söyledim. garson şaşırdı. "mozaik mi?" dedi. "hayır top kek" dedim. çikolatalı diye de ilave ettim. bu kadar ısrar ettim ama ilk kez deneyeceğim. umarım başarılı olurum!
.
sabah sahile inerken oldukça endişeli ve açıp açmamakta kararsız olan güneş efendi şimdi tüm kararlılığı ve yanıcılığı ile açmış vaziyette. dosta düşmana da ben buradayım mesajımı veriyor. ki mesajı aldık ve bir kez daha bağlılık yemini ettik. güneşsiz olmaz çünkü.
.
zaman zaman bu koca dünyanın neresine sığamıyorsun diye öz eleştiri getirirken hepi topu bir metrelik masaya sığmak için savaş vermek ayrı bir ironi kendi kişisel tarihimde. öyle ya dünyaya sığamayan adam olarak nasıl sığacaktım. bir el çantası. bir gözlük kılıfı. bir okuma gözlüğü. bir güneş gözlüğü. bir tükenmez kalem. bir kurşun kalem. bir aylık dergi. bir kitap. kahve kupası ile masanın demirbaşları kültablası ile peçetelik. ve bir de ben. sığamadık elbet. ama sonuca çok yaklaştık..
.
sonra beynim bir kısa film çekti.
sekiz yaşlarında bir çocuk taburede oturan babasının iki omzuna basarak tepesine çıktı. kır saçlı, güneş gözlüklü adam hiç istifini bozmadı. sakince kolasından bir yudum alıp ayağı kalktı ve oğlunun elini tutarak sahil şeridinde beraber uzaklaştılar. tam karşımda bir dondurmacı bembeyaz şemsiyesini açtı. arkasından iki bisikletli geçti. en arkada, kayalıklardan bir martı havalandı. hepsi bir dakika sürmedi. işte bu hayattı.
.
* yeditepe istanbul
.
selda bağcan - öyle bir yerdeyim ki
.
* yeditepe istanbul
.
selda bağcan - öyle bir yerdeyim ki