antikacıların karşısında, herkesin gölgede, kıyıda konuşlandığı kahve evinin en güneş alan yerine kuruldum kuzey ülkelerinin birinden yeni gelmiş iskandinav gibi. oturur oturmaz tepemde bitiveren lacivert bluzlu, kıvırcık saçlı ama çok güzel gözlü garsona “az şekerli” dedim. “şekerli?” diye tekrar etti. “hayır az şekerli” diyerek düzelttim. “hemen geliyor efendim” dedi ve hızlıca içeri geçti. onu beklerken sahaflardan az önce aldığım tomris uyar kitabını açtım. yaza yolculuk’tu adı. yazla baharla bir alıp veremediğim yoktu. sırf tomris uyar kitabı diye aldım. fakat bir kaç cümle okuduktan sonra yarısı içilmiş sigara gibi kenara bıraktım. canım çok fena sigara çekti. boşluğu telefonumla doldurdum. rastgele bir şarkı açtım. göksel’in nazan şarkısı çıktı. bu ikinci kez oluyordu. o an kararımı verdim. bugün hüzünlü şarkılar dinleyecektim. hazan mevsimi diye bir liste uydurdum hemen oracıkta. göksel, nazan öncel, sezen aksu ve emre aydın’dan ikişer şarkı koydum içine. sıradan dinlemeye başladım. hiç bir şey düşünmeden. bir şey ümit etmeden. öyle gelişigüzel, öyle doğaçlama. haydarpaşa’dan kalkıp ankara’ya yönelen trenin uğradığı istasyonlar kadar sessiz. onlar gibi boşlukta. şarkının biri bitip öteki başladı. bu arada insanlar gelip geçtiler önümden. işten önceki son tatil gününü olabildiğince keyifli geçirmek isteyen pazar insanları. çocuklu ve çocuksuz aileler. genç sevgilililer. orta yaşlı can dostları. yalnızlar. küskünler. gamsızlar. yüzü sirke satanlar. güzel gülen insanlar. yorgun ruhlar. bir sürü hayat formu. sonra ekmeğinin derdindeki sokak kedileri. ve üç adımda bir konuşlanmış seyyar satıcılar çalındı gözüme. çoğunluğu antikacı. gramafon eskisi, kasetler, köstekli saatler, gümüş şamdanlar, bakır küllükler var tezgahlarında. caminin köşesindeki beyaz sakallı amca ise tesbih satıyor sadece, bir james bond çantanın içinde. beyaz çizgili bir kağıda da oltu taşından diye not düşmüş. hemen az ilerisinde, duvarın dibinde nisan güneşinin keyfini süren kahverengi tüylü köpek var bir de. hepimiz buluşmak için bu pazarı beklemiş gibi. aslında binlerce pazar olduğu gibi, birbirimizden habersiz belki haftaya, belki iki üç hafta sonra aynı sokakta, aynı antikaların arasında pazarımızı iyi etme telaşında birbirimizden habersiz rastgeleceğiz yine. ben belki bu kez şekersiz içeceğim kahvemi. beyaz sakallının çantasında oltu taşı yazmayacak hatta tespih yerine yüzük satacak bu sefer. lacivert bluzlu garson saçlarını kısa kestirmiş olacak belki veyahutta kafe el değiştirmiş olacak. nemrut, kirli sakallı bir adam alacak siparişimi. kim bilir?
.