yapacak
daha iyi bir işim yoktu. sırf istasyonlar daha çabuk bitsin, zaman su gibi akıp
gitsin diye yazıyorum şimdi. yazmaya başlamadan evvel biraz metronun
televizyonundaki kadayıf böreğinin tarifini izledim. yapacağımdan değil hani.
sırf vakit geçsin diye. zaten çok karmaşık geldi. böreği bıraktım. yedişerli
koltuktan üç bloktaki yirmibir yolcuya baktım tek tek. çünkü daha iyi işim
yoktu. hem salt vakit geçsin diye. onaltısı telefonuyla meşguldü. üçü
uyukluyordu. biri boş boş tünelin karanlığına bakıyordu. kalan bir kişi de
tuğla kalınlığında bir kitap okuyordu. insanlardan çabuk sıkıldım. halbuki
eskiden böyle değildi. saçından başından, kırmızı pabuçlarından türlü hikayeler
uydururdum. ama işte bugün tuhaf. sanki nisandan mayısa geçiş sıkıntısı. yahut
bir nuri bilge ceylan draması. öyle nötr. öyle vurdumduymaz. müşkülpesent bir
cumartesi. ne yapsam olmuyordu.
sonra
biraz, boş bakan esmer abi gibi ben de tünelin karanlığında takılı kaldım.
oradan da çabuk sıkıldım. kapının üstündeki istasyonları hem sağdan hem soldan
iki kez okuyarak bir kez de ezberden saydım. ezberden sayarken iki istasyonda
yanılmışım. tekrar saydım. bu kez hepsi doğruydu. baktım ineceğim istasyona
daha çok var. kağıdı kalemi çıkardım. yazmaya başladım.
hayat
bazen karışık kurabiye tabağı gibi. biraz tatlı. biraz tuzlu.
bunu
metroda yazmadım. köşe bir pastanenin sigara içilen bölümünde ama sigara
içmeyerek, metroya yürüyenlere bakarak yazdım. çünkü yapacak daha iyi bir işim
yoktu.
.