bir yarım en sevdiğim yazımı arıyor onlarca yazı arasında öbür yarım en
sevdiğim yanımı arıyor balık pazarında. saat sabahın on elli sekizi.
arkamdaki delikanlı kulağımdaki müzikten ötürü omzuma vuruyor "son durak
kadıköy sahil de mi" diye bağırıyor. bense kendimi ararken irademi
buluyorum nefis turşu kokuları arasında. ciğerci kedisi gibi dükkanın etrafını iki kez dolandım ama almadım midemi delen o turşuyu. ilk kez iradem galip gelmişti bana
karşı. sevindiğim ilk ve tek mağlubiyetimdi bu. fazıl bey ne dedi buna
bilmem ama kahvesine rakip veya rakipler gelmiş ne zamandır. bana sorarsan "ya nasip"
dedi muhtemelen.
oysa pencereyi kapatınca bunalıyor, açınca üşüyorum.
böyle iki halin arasında kalmak gibi balık pazarı ile odam arasında
geçişler yaşıyorum bu ağustos neminde. bazen eksenle joy arasında kalıyorum
böyle ama bu daha farklı. ordayken burayı burdayken orayı özlüyorum.
iki kadına birden değil de bir kadının iki farklı haline aşık olmak
gibi. aynı anda her iki yerde olma şansım hiç olmadı. olmayacak. biliyorum. pazar
sendromları bitmeyecek ve hep yazacağım. pişman değilim. mutsuzum. ve
biraz da uyumsuzum. hepsi bu. hayır şikayetçi değilim
bırakın allahından bulsun hayat denen bu "garabet". biz işimize gücümüze
bakalım doktor.
hem o değil de bu pazar günleri olmasa kime bok atıp rahatalayacağız bilmem.
iyi ki varsın lan pazar!
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...