sevgilim okuyucu, sanırım uzun bir yazı olacak. sanırım gece de öyle olacak. hem belki sabahlar olmaz. kim bilir? ama işte ben bilemem. şimdiden
söyleyeyim de sonra ayar olma bana. ve yine şimdiden söylemek istiyorum
ki; karışık bir yazı da olabilir. hatta ve hatta yine söylemek isterim
ki "yazı mı lan bu" da diyebilirsin. hülasa-ı kelam iade sistemi
çalışmıyor bu blogda. ha bak ama; istediğin satırda, istediğin
cümlede, istediğin kelimede çıkıp gitme hakkın elbet saklı. yazılarımda
paragraf olmadığı için o seçeneği eklemedim. paragrafseverler ve
istediği paragrafta gitmek isteyenler adına üzgünüm. gerçekten.
ama bilirsin seni severim. ve biliyorum ki sen de beni.
e o vakit haydi sevişelim!
.
sene geçen sene bu zamanlar. demiştim ki havalar daha bir bahar ve daha bir kelebek yakalama kıvamındayken; " bir
iş daha buldum. sabahları yolun solundan solundan, güneşten kaçarak
gittiğim. aradığım işi henüz bulamadım ama. bulayım yazmayı
bırakacağım."
üşenmedim googleda gün hesaplama programı bulup
hesaplattım. tam tamına üç yüz on üç gün önce söylemişim bu kelamı. o
günden bugüne üçüncü işim. ve bakıyorum ben hala yazıyorum.
ve anladım ki; hep yazacağım!
hayır
hayır sadece tüm iş yerleri, tüm patronlar, tüm godikler her yerde aynı,
hepsi boktan, ben kral olduğum için değil. (e aslında biraz öyle de)
asıl neden aylaklık ve tembellik ruha silinmez bir dövme gibi yahut kare bulmacalarda en çok sorulan EN damgası gibi vurulmuş. sökülmüyor,
atılmıyor. en amansız aşk bile gün gelip soluyor, siliniyor, dillere
pelesenk olan üç bin iki yüz kırk iki defa dinlediğim şarkı gün gelip
kayboluyor, ne bileyim yeri geliyor beşiktaş alayına gidiyor ama bu
aylaklık, bu özgür ruh başka bir şey usta. başka bir şey. iş yerinden
çıktım mı bütün ayarlarım normale dönüyor. istediğini elde etmiş mart
kedisi gibi sırıtarak geldim yolun çoğunu misal bu akşam. bahardan
diyorsun ama değil. yarın bahar bitecek gene aynısı olacak. sen seni
bilmezsen beni bil. ben kendimi biliyorum. ve evet her daim kulağımdaki
şarkıların etkisi yadsınamaz bu cinaslı uyak hallarıma. ama işte
özgürlüğün verdiği bir rahatlık bu. her şeyi ilk defa görüyormuş gibi
bakıyorum etrafıma misal. kitap okuyamıyorum akşamları. okuduğum
kısımlar ise sadece sabahları. hem belki de sabah okuduğum o cümledir
bugünkü sarhoşluğuma neden olan. bilemiyorum. söylemiştim. ben her şeyi bilemem. ama şu cümle var ya; leave the negativity and focus
favors. okudum beğendim ve yazdım bilgisayarıma yapıştırdım hemen.
tamam hararet yapma hemen sevgilim, ingilizce falan bildiğim yok.
ibnelik yaptım. ama orta düzey ingilizcemi iyi derecede ingilizce bilene
çevirmek için inanılmaz bir istek duyuyorum şu bir aydır. anlatsam
ağlayamazsın. kısa süreli işsizliğin başa vurma olayı olabilir. ya da
rusya'ya vize kalkmış ondandır.bilemiyorum. ama sadece bununla kalmadı.
başka orta vadeli planlarım da var benim. burada hepsini söyleyemem
utanırım. inanmadın değil mi? tamam söylemek istemiyorum işin gerçeği.
daha fazla ibnelik olsun istemiyorum. ama işte önceki sabah candan
ablam o harika sesi ve sözleriyle bahar diye çağlarken ve biz rüzgarı
da arkamıza almış, freni patlamış as-900 kamyon gibi e-5 e salınırken bu
planlar vardı aklımda. ve şapşal şapşal gülüyordum. ama ne zaman ki,
rampa çıkmaya başladık, trafik yoğunlaştı, sting mad abaut you demeye
başladı. planlar alt üst oldu. canım sıkıldı. oysa demiştim ingilizcem
kâfi değil. ama sorun zaten kafada. bir siyah bir beyaz. gri yok ben
de. ama gidip gelirken grileşiyor işte hayat. ve fakat sağ olsun sevgili
doktorum. çok sağ olsun hem de. çoook uzaklardan bir kitap önerdi bugün.
seviyorum böyle şeyleri. can doktorumu da elbet. iki sene oldu
görüşmeyeli. ama unutmadık birbirimizi. hele ki o. doğum günü, iş güç
çoluk çocuk nasıl falan. arada arar sorar. ben de onu severim. işte bir
kitap söyledi. bu tam senlik dedi. ama keşke sayfasını söylemeyeydi.
900 küsür falanmış. bizim tek düzen kitaplardan halliceymiş.
tutunamayanlara ve olasılıksız'a tutunamamıştım zamanında. ama işte
benim için böyle özel siparişlere çok sıkı tutunur, sarıp sarmalarım
pamuklara. hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür. zaten ömür imtihanla geçiyor biliyorsun. neyse, kitabın
siparişini hemen verdim, ismini vermek istemediğim bir kitapçı
internetinden. teşekkürler bir kez daha doktor. oraya kucak dolusu
selam!
ha bi de bu akşam salak salak gülücük dağıtırken etrafa,
sokaktaki simitçiye, masum güzellere, kuşlara, kediye, köpeğe,
collateral filmindeki kurta benzeyen bir kurt ama köpek gibi de. dört ayaklı
değişik bir şey. gözler parlak parlak böyle. iki kere izlediğim o
filmin, o sahnesine gidip geldim böyle.bir otomotiv şirketinin, bir
otomobilinden bir levha yere düşmüştü. x oto diyordu üzerinde. (hayır
reklam olmasın diye değil, ismini unuttuğum için x yazdım oto şirketini)
bir seyyar satıcı aksayarak yürüyor, ardında bu atıl kurt, otobüs
ışıklarda durdu, bu kurt bana, ben kurta baktım bir süre. güldüm sonra komiğime
gitti. başını çevirdi pezevenk. sallamadı beni. gerçi tom cruise abi de gülmemişti filmde. bir hesaplaşma vardı aralarında. ama benim elin tanımadığım
kurdu ne hesabım olacak ki? uzatmayalım. sonra önümdeki sempatik
ama dahası çok güzel kulakları olan kızı fark ettim. esmerdi. ve güzeldi.
profilden ise çok sempatikti. yanındaki adam kalkıp gidince. genç bir
delikanlı oturdu. komiklerdi ve güzellerdi. bir şeyler konuşmaya
başladılar. adres soruyor sandım kız önce. müzik sonuna kadar açık
olduğundan onların seslendirmesini yapıp, film çeviriyordum kafamda.
-hastane durağına daha var mı? dedi kız.
-ooo çok var. ben sana
söylerim. dedi delikanlı ve sonra cüzdanını çıkardı. bir sürü banknot
gözüküyordu. sayamadım. bir de sayısal loto. hangi rakamlara oynadı ki
acaba? ben de oynasa mıydım. şu iterationlaırn telifini öderdik hiç
olmazsa diye düşündüm. dünya turu falan en sonra. önce sözüm söz. neyse
sonra delikanlı sen tut , yarım tomar banknotu kıza ver. kız bir şey
dedi. oğlan güldü.
-banka soydum...dedi sanırım.
kız da güldü. ben de
peşlerinden güldüm. sessiz ama. o sırada duman'ın en sevdiğim üçüncü
şarkısı oje çalıyordu müzik çalarımda. kız çok sempatikti. kulakları çok
güzel. çocuk da çok komikti. bir müddet onları izleyerek gülerek,
dışarıyı izleyerek gittim. sonra gamsız hayatı söylemeye başladı candan erçetin.
çok içtendi. sözleri ise deliyordu bu akşam beni. bir zamanlar şarkı
sözlerini hiç dikkate almazdım. sonra almaya başladım. aslında alıp
almadığımdan emin değilim ama işte bu işin kralı teoman ise kraliçesi
candan erçetin'dir. kanımca tabi seni bilemem usta.
mesela;
çok mu dertsiz duruyorum uzaktan bakınca
çok mu kalender sandınız dert anlatmayınca
bu nasıl bir söz öbeğidir allahım.
sanki bana diyor sanki beni anlatıyor. belki de seni. bilemem usta. ama çok derin sözler işte.
şimdi
ve bu akşam joy fm dinliyorum. çok duygusal parçalar. romantik değil
ama duygusal. hüzünlü şarkılar çalıyorlar. ve galiba yazacaklarım burada bitti.
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...