-fakat müzeyyen bu derin bir tutku dedim alkım'daki görevliye. şöyle bir güldü önce, müstehzi ile sevindirik bir eda arasında.
-çok eski bir kitap dedi sonra.
-var mı yok mu? diye üsteledim.
-maalesef dediğinde teşekkür edip çıkmıştım iki gün önce. başka hiç bir yere bakmadan gittigidiyorkom'dan verdim siparişimi hemen sonra. yanında da imkansız aşk'ı. şimdi bugün kadıköy'e inerken şöyle bir bakayım dedim... algör'ün ikinci kitabı nezahet'e oranla daha bir sardı beni müzeyyen. evet evet derin bir tutku gibi. lakin fazla bakamadan haldun taner'e geldi otobüsümüz. iskeleye yürürken bakılacak tek yere bakarken içim ürperdi birden nedense. karşıda haydarpaşa, iskeleye tornistan eden bir vapur ve en uzakta onları dikizleyen ayasofya bir yanda galata kulesi öte yanda. belki salt bu manzara, belki kulağımdaki duygu yüklü müzik ya da çiseleyen yağmurla bir olup yüzüme yüzüme vuran rüzgardı benliğimi titreten. ama sanırım üçü birden.
yedi numaralı yolcu olarak girdim deniz otobüsü iskelesine. aylardır görmediğim üniversite arkadaşım bekliyor bu sefer karşı yakada. hayır, doktorum! değil. doktorum hasta bu hafta. evet içimde bulunduğum ahval ve şeraiti bir elin parmaklarını bulmayan kadim dostlarımla atlatmaya çalışıyorum. ama hala niye yalnız hissediyorum niye midemin ortasındaki boşluk gitmiyor bilmiyorum! ama şu var bir de; hava yağmurluysa deniz varsa görüş alanında kitap okumak mümkün olmuyor. kafa da karışıksa bir de seni görmem imkansız, imkansız rüyalarım olmasa! rüya dedim de sabaha karşı karışık, çok karışık bir rüya hatta rüyalar zinciri gördüm. kafam gibi karışık. hayırdır inşallah! dağıttık mevzuyu yine... kitap diyordum.. evet okuyamıyordum bir aydır. yağışlı yağışssız denizli denizssiz en steril ortamlarda bile daha ikinci satırda dağılıyordum. ama sonra imkansız aşk'ı gördüm yine blogcu arkadaşımın tanıttığı. bir günde bitirdim. hatta bir solukta bitirdiğim ender kitaplardan oldu. aylak adamdı ilki. sakın kımıldama tabi öteki de. bir ve üçüncüsünde erkek karakterler çok benziyor birbirlerine. aşk deniyor yaşadıklarına ama hastalıklı bir durum diyorum dışardan şöyle bir bakınca. dahil oldukları mevcut sıkıntıdan kurtulmak için kendilerini bile isteye içine attıkları trajedi!. aptal, hasta herifler diyorum! aşk, tutku bu değil, bu olmamalı diyorum. sonra kendime bakıyorum biraz daha gayret edersem onlardan farkım kalmayacak! sadece iki adım ötesi... ama bir yanım hala direniyor. ve hala kendimle mücadeledeyim! sonra kendime geliyorum; deniz otobüsünün sol cenahına dizilmiş ve dörtlü beşli koltuklarda hepsi tek oturan aynı hizadaki erkekli kadınlı bir grup resmi geçitte şeref tribününe selam duran tören mangası gibi bakıyoruz demir atmış tankerlere, kuru yük gemilerine. ömrümüzden tükenen günler gibi hızla geçiyoruz bu gemileri. ya da tam tersi mi? olduğumuz yerde sayan biziz de hızla geçen hayat mı? evet hayat tuhaf, vapurlar daha bir tuhaf...!
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...