taa eskilerden uzaylı dizilerden biriydi. sanırım uzay
bin dokuz yüz doksan dokuz'du. şimdi düşünüyorum da o zamanlar ne kadar uzak
gelirdi bin dokuz yüz doksan dokuz. bi'kere okuması bile saatler sürüyordu! o
günleri göremeyecek kadar uzak duruyordu çocukluğumuzda. atılgan vardı
sanırım. yakışıklı bir de kaptanı. kaptan körk'dü galiba adı. çetin bir
muhabereden sonra en otoriter sesiyle ;
" - köprü, hasar durumu" der... ve köprü de iki saniyede çıkarırdı hasarı.
bense bizim köprüdeki hasarı bir hafta bir gündür tespit edemedim...
sonucunda hiç bir yere sığamıyorum ne işe, ne eve,
ne de kendime...
sokaklarda yürüyorum mecnun gibi
inanmayacaksın ama sebep bu sefer aşk değil
başka bir türlü travma bu
anlatamam
ama ağlarım.
hoş ağladım da...
sabah radyomda çalan "çaresiz" şarkı eşliğinde...
ama inadına muazzez dinliyorum
şimdi. neden bilmiyorum. çokça hüzünlü olduğundan belki. ama ne
yaptığımı bilmiyorum bu kesin. geçtiğimiz pazar bildiğim tüm dostlara
mektup yazdım sanki uzak bir yerlere gidecekmişim gibi. utanmadan
günlüğü yakmaya bile kalktım. şimdi ise arada sırada göz gezdirdiğim
istatistik hedesinde on gündür yazmasam da çevre il ve ilçelerden hatta
şikago'dan gelen canım okurları görünce utanıyor, kızarıyorum. hatta hep
yazmak istiyorum. durmadan yazmak, içimdeki zehiri ve dahi zembereği
boşaltana kadar yazmak, çalakalem yazmak, ulu orta yazmak, tükenene
kadar yazmak. ama işte ha deyince çıkmıyor ki namussuz kelimeler. dokuz
doğurtmadan, kıvrandırmadan çıkmıyor işte ne bedenden, ne zihinden!
hatta bazen öyle oluyor ki hiç yazamayacakmışım gibi geliyor. yazmak o
kadar zor, o kadar imkansız, o kadar uzak geliyor.
bin dokuz yüz doksan dokuz gibi.
ama işte dün akşam olduğu gibi de
bazen, bu sıradan hayatı hikayeleştirip her gün olmasa bile her akla
düştüğünde bir takım düşünceler yazmak istiyor bozcaada'daki
emekliliğinde okumak üzere insan. lakin bir zaman sonra o da uzak
geliyor. artık biliyorsun. evet tıpkı bin dokuz yüz doksand okuz gibi.
hıh
ya da hah. şimdi acı bir gülümseme efekti koyalım tam buraya canım
günlük... hem de en adanalısından yahut en isotlusundan olsun ki gören
bir daha unutmasın.
acı evet.
ne acıdır ki sabahtan beri 1999
üzerine destekli desteksiz parçalarken şimdi köprü olarak yazdığım
başlığı bin dokuz yüz doksand okuz olarak değiştirmek isterken fark ettim ki
hayatımın en büyük yarılması, ömrümün en uzun fay kırılması bu yılda
gerçekleşmiş. ki şimdi bu kırılmaya mı yoksa onca lakırdıdan sonra bunu
henüz anımsama mı yanayım.
bilemedim...
yirmi beşinci yüzyıl 'bak racırs' vardı bir de...
sahi n'oldu o'na?
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...