denize sıfır. küçük bir şehir. kıyısında oturuyorum şimdi. güneş kayıp. rüzgar bedenimle birlikte ruhumu da okşuyor. bir şeyler yazmak istiyorum iyot kokusu tadında. ama ne yazacağımı bilmiyorum. üstelik yakın gözlüğümü evde bırakmışım. bilmediklerimi yazarım o zaman bende, aklıma üşülen cümleleri sıraya dizerim diyorum. bu küçük şehri sevdiğimi söylüyorum. ama sıkılmaktan da geri durmuyorum. hem konuştuğum kimi yerliler yazın püfür püfür esiyor ama kışları fenadır buranın diyorlar. çok sert geçermiş kış burada. yazları sıcak ama esintili. kışları sert ve soğuk. olsun diyorum. olsun. sonra turan erkek kuaförünün mü yoksa haşin bir sivrisineğin mi marifeti olduğunu bilmediğim ensemdeki sivilce kıvamındaki çıkıntıyı sıvazlıyorum. ve denize bakıyorum. en uzakta yol alan kırmızı yük gemisine. yolu uzun. yükü ağır. içindeki mürettebatta sıkılıyor mudur benim gibi aynı şeyleri yapmaktan diye düşünüyorum. tabi herkesin rutini kendine zor. kendine sıkıcı. kırmızı geminin peşinden arkas’ın mavi gemisi geliyor. üstünde konteynerler. nerden geliyor ve ne taşıyor acaba? kırmızı gemiden daha hızlı yol alıyor. ama yine de sıkıcı değil mi? ben arabayla kadıköy’den pendik’e giderken yol bitmezken bu gemilerin diyorum; arjantin’den izmit’e yolu nasıl bitiyor? bana ilginç geliyor. keza rüzgara karşı var gücüyle uçmaya çalışan martı. iskelede balık tutmaya çalışan adamın telaşı falan. bu kadar hareket niye? dünyanın kendi ekseninde dönmesi yetmiyor mu? ama ve yine de her şeye rağmen rüzgar diyorum çok güzel esiyor ibrahim. çok güzel..
.