filmle ilgili ilk aklıma gelen; the power of dog filmindeki oyunculuğu ile aklımda yer eden jesse plemons performansı. ben mi çok abartıyorum yoksa adam mı çok iyi oyuncu; artık takdir kamuoyunun..
filme gelirsek; en sevdiğim filmi olan the lobster (2015) ile radarıma giren lanthimos abinin bence de en iyi filmi değil bu film. dün sinema gişesi önünde yorum yapan şeker teyzeyle hemfikirim. ama ve yine de sıra dışı tarzıyla ilgiyi hak ediyor. ve aynı oyuncu kadrosuyla üç farklı hikayede hayatın boşluklarına ya da dehlizlerine kendince değiniyor.
film için absürd kara mizah diyebiliriz. lakin tüm bölümlerin ana fikrine bakacak olursak bence oldukça da gerçekçi.
ilk bölümde ; evlendiği kadın dahil her şeyinin kontrolünü patronuna vermiş, patronun kölesi olmuş bir çalışanın başkaldırma hikayesini izliyoruz..
ikinci bölümde; önce kaybolup sonra eve dönen karısı hakkında paranoyalar yaşayan adamın öyküsü. ki bence filmin en absürd ama en iyi hikayesi bu bölüm. sanki bu bölümde biraz da köpek dişine selam çakıyor lanthimos abi. başparmak sahnesinde irite olmanın dibini yaşatıyor. sonra emma stone bacımızın köpeklerin insanların yerinde, insanların da köpeklerin yerine geçtiği rüyası ile gaddar ve bencil insanlığa fuck off çektiği sahne var. tabi anlayana.
ve yine, kendisine paranoyakça yaklaşan kocasına diş bileyen babasına önce sağ ayasıyla, sonra da sözleriyle tokat atan emma stone. beynimizde kocaman, kırmızı bir ünlem ve soru işareti ile acaba bırakıyor.
“gerçekleşme ihtimali belki hiç olmayan, çok zor olan ya da çok çabuk tükenen belki kısa süre mutluluğun şahikasını yaşayabileceğin emellerin (nesnelerin-kişilerin) peşinde boş yere umut etmektense, belli standartıyla her zaman senin yanında, sana destek olana sarıl. ona sahip çık. ona güven..”
son bölümde de; sapkın bir tarikat için kocasını ve kızını bırakan (emma stone) kadının cemaati için çırpınışları ve tüm benzer yapılarda olduğu gibi tarikatin onu önce kullanıp sonra da kağıt gibi buruşturup bir kenara atması anlatılıyor.
son tahlilde ve her üç bölümde de rüyaların gizli başrol olması tesadüf olmasa gerek. bilinçaltı, gerçek hayat, irade.
eylemlerimizle ilgili karar veren kim? biz miyiz? dürtülerimiz mi? mahalle baskısı mı? kararlarımızda ne kadar özgürüz? ya da özgür müyüz? kontrol tam olarak kimde?
filmin giriş şarkısı sweet dreams’ın sözlerine bakarsak şarkıyla filmin çok yakın akrabalığı var kanımca. ama..
ama bilemiyorum ibrahim. bilemiyorum..
bildiğim ben anna karenina’yı hala okumadım.
sen okudun mu?
ahh nasıl da unutuyordum.
finalde emma stone dansımız var bir de. sanki filmin özeti olmuş. seveni de olur sevmeyeni de diyerek hiç reklamsız sinema perdelerinizde seviyorum sizi..