al işte güneşli bir pazartesi daha. santa ve arkadaşlarını tekrar tekrar anmak için tüm şartlar uygun. kimse bilmiyor ama ben her güneşli pazartesi kendilerini anıyorum. bir de işte makus talihimi!
yine her güneşli pazartesi, öğlen vakitleri bir mavi marmara gemisini kaçırıyorum bostancı’dan adalar’a. güneşin ve denizin tadını çıkardıktan sonra dönüyorum sahile. bazen de hemen dönmüyorum. boğaza kadar açılıyorum. hatta bazı vakitler martılara kanıp şehir hatları bile kaçırdığım oluyor. peşimde martılar olduğu halde bir yanıma kız kulesini, öte yanıma galata kulesini alıyorum. az ileride ortaköy camii ve beylerbeyi sarayını da unutmuyorum elbet. hisar’a kadar gidip geri dönüyorum.
..
bu sabah, on beş dakikalık yolu elli beş dakikada alırken güneşli pazartesiler yoktu aklımda. o sırada bize bunu yaşatanları saygıyla anıp hala bu sefilliğe katlanmaya çalışan kendime sövmekle, hayallerimi törpülemekle meşguldüm. ama şimdi bu öğle vakti. ofiste pinekleyemezdim. ya patrona makul bir yalan uydurup evde güneşli pazartesiler izleyecektim. yahut güneş alan herhangi bir kafeye çöreklenip içimdekileri boca edecektim.
şirketin içinden geçtiği hassas günler nedeniyle ikinci seçenekteyim şimdi. (bazıları g.t korkusu da diyebilir buna. saygı duyarım.)
varoş kafedeyim yani. garsona şekersiz kahve söyledim. ayrıca pencereyi açmasını, müziğin sesini de biraz kısmasını. yeni yetme garson, beni bir yerden tanıyacakmış gibi şöyle bir baktı. fakat bir şey demeden ocağa yöneldi. kahve ve nane-limonlu suyumu masama bıraktıktan sonra dayanamadı sordu.
“abi sen şu dizideki adam değil misin?”
ne söylediği diziyi, ne de adamı tanıyordum.
tuncel kurtiz taklidi yapıp çok ciddi bir şey söyleyecek adamların ağırlığında bir kaç saniye sustuktan sonra, yine aynı yavaşlıkta, tane tane konuşmaya başladım.
“insanlar çift yaratılmıştır yeğen. belli ki basit bir benzerlik olmuş. kendi halinde, devrik cümle alışverişi yapan küçük bir esnafım sadece.” dedim.
ne söylediği diziyi, ne de adamı tanıyordum.
tuncel kurtiz taklidi yapıp çok ciddi bir şey söyleyecek adamların ağırlığında bir kaç saniye sustuktan sonra, yine aynı yavaşlıkta, tane tane konuşmaya başladım.
“insanlar çift yaratılmıştır yeğen. belli ki basit bir benzerlik olmuş. kendi halinde, devrik cümle alışverişi yapan küçük bir esnafım sadece.” dedim.
inek yalamış gibi soldan sağa yatırdığı kapkara saçlarının altındaki çipil gözlerini belertip şöyle bir baktı yüzüme. anlamış gibi yaptı ve “ha” diyerek uzaklaştı yanımdan. üç adım sonra döndü bir daha baktı. gülümsedim. kara kafasını ‘allah allah nasıl olur’ dercesine sağa eğdi ve çay ocağına doğru yeniden usul usul ilerledi.
..
belki diyorum, bir gün ben de giderim. güneşli bir pazartesi mesela. bir anda karar verip kaçarcasına terk ederim bu insan öğüten şehiri. trafiğin bir türlü akmadığı ama yılların ve dolayısıyla hayatın su gibi aktığı bu yaman çelişkiden sıyrılırım belki. bir pazartesi. ama mutlaka güneşli.
.