temmuz ve pazar sıkıntısını atmaya çalışan bir grup istanbul insanıyla sahilde oturmuş denize bakıyoruz. en azından ben öyle yapıyorum. yoksa koloni halinde gelip geyiğin dibine vuranlar da var. 0-6 yaş çocuğunu eğlendirmeye çalışan da. prens adalarını yahut martıları izleyenler ve müzik dinleyip kitap okuyan bir kaç kişi sonra. ortak noktamız istanbul’un çıldırtan neminden kaçmamız. bir tutam rüzgar ve aslında huzur arayışımız. yarın çünkü iş günü. prangalı mahkumlar gibi bir çoğumuz sabahın erken saatlerinde yollara düşeceğiz. en mavi yakasından, en beyazına. şimdi biz çalışmak için mi yaşıyoruz. yoksa yaşamak için mi çalışıyoruz? eskihisar ve topçular iskelelerinin hangi kıyıda olduğunu karıştırdığım gibi bu meseleyi de hep karıştırıyorum zira. yıllar önce bu sözü aydın’lı bir arkadaşımdan duymuştum da çok hoşuma gitmişti. o çalışmak için yaşamamız gerektiğini savunuyordu sanırım. yoksa tersi miydi? emin değilim. evvelsi gün izlediğim dizide de (la casa de papel olabilir) yaşamak için ne çok, ne az, gerektiği kadar çalışmak lazım türünden laflar demişti artistin biri. rahmetli sabancı’nın da dediği gibi çalışmaak, çalışmaak, çok çalışmaak. mühim evet. ha yaşamak için, ha çalışmış olmak için. ama aslolan insanın kendine yakışanı giymesi gibi hür ve özgür hissettiği, severek yaptığı bir işte çalışması. ama bak kimse, ‘sevdiğin işi yapamıyorsan yaptığın işi sev’ gibi kitap cümleleriyle gelmesin lütfen. kalbinizi kırarım! ve o yüzden bu bahsi burada kapatalım. hem birbirimizi üzmeyelim. hem zaten mevzu çok derin.
oysa ben böyle pazar günlerinde hep ayfer tunç’u anarım. çünkü ‘beni’, bizi en iyi o anlıyor. işten önceki son tatil gününü en iyi biçimde değerlendirmeye çalışan, neşeli başlasın ve öyle devam etsin diye gayret eden, mutlu görünen mutsuz azınlıklarız sonuçta.
şimdi işte, saatlerin öğleyi vurduğu temmuzun en deli pazarında, dokuz mevcutlu prens adalarının ancak altısını görebiliyoruz. üçü görünmese de orada olduklarını biliyoruz. belki bunun için ve için için seviniyoruz. umudun ve ihtimallerin gücüne inanıyoruz çünkü. bugün olmasa bile belki yarın belki gelecek yıl, belki de üç vakte kadar o adalarda yahut benzerlerinden birinde ömrümüzün kalan kısmını yaşayabilme ihtimalini seviyoruz. seviyorum.
lakin şu an, kuzeyden esecek rüzgarı bekliyoruz godot misali. biraz yağmur da fena olmazdı hani. memleket kurtaranlar, çocuk avutanlar aç karınlarını doyurmaya gittiler. biz kaldık sahilde. biz kimiz? biraz rüzgar, biraz yağmur ama çokça sessizlik ve huzur arayanlarız. biraz rüzgar esse rahatlayacak derneğinin kurucu ve daimi üyeleri. yeryüzüne bir daha gelecek olsak; deniz feneri bekçiliğini, orman yangın gözetmenliğini meslek tercihinde ilk sıraya yazacak olanlar. yaz sıcağında esen bir tutam rüzgarı, dünyalara değişmeyecek olanlar.