belki çare olurlar diye bahariye'yi, piraye cafe'yi, balıkçılar çarşısı'nı, sahafları ve nihayet hayyam çay evi'ni derdime katık ettim. ama ve ne yazık ki makus talihim değişmedi..
.
ikibinonbir kasımında tutulmuştum ilk kez böyle bir manasızlığa. şimdi o tarihteki duygular içersinde, zaman yolculuğuna çıkmışçasına, tarihin tekerrür eden sayfasının sondan üçüncü satırı gibiyim.
bir yandan başıboş adımlarla yürüyor öte yandan insanlara bakıyordum. insanlar. güzel insanlar. tutkuyla yiyorlar, iştahla okuyorlar, keyifle tüttürüyorlardı sigaralarını. bir süre öncesine kadar ben de onlar gibiydim. kaybedeli çok olmadı bu hissi. belki de çok oldu. hatırlamıyorum şimdi. en son ne zaman böyle iştahla okuyup tutkuyla bir şeyler yemiştim bilmiyorum. sigara dersen zaten birbirimize eziyetten başka bir şey değildik. en çok çay içmeyi sevdim bu hayatta. bilirsin. bir de kuşları. ve vaya con dios'u. gerisi hep teferruat sevgilim, hep teferru...
.
hayyam çay evi'nde kâh insanları izliyor kâh bu satırları yazıyorum şimdi. çay evinin sahibi değişmiş ama çayın kalitesi aynı. güneşi zaten ve her zamanki gibi muhteşem.
.
sonra kırmızı spor çantasıyla genç bir kadın geldi. hemen yan tarafıma oturdu. bu hikayenin parçası olacağından habersiz garsona; "buranın ismi ne diye?" sordu. "hayyam" dedi garson. kadın anlamadı ve bir kez daha sordu. "hay-yam çay evi" diye heceledi bu sefer sakallı garson. "güzelmiş" ismi dedi. garson kibarca gülümsedi. benim önümdeki boş çay bardağını alıp içeriye yöneldi.
.
geçen bahar 20 adet kartpostal satın aldığım beyaz saçlı, siyah kazak ve pantalonlu antikacı tam karşımda, sokağın köşesinde yaklaşık yirmi dakikadır özenle diziyor satışa sunacağı antika ve eskileri. arada bir o'nu izliyorum. işini bitirince yanına gidip işe yarar bir şey var mı bakacağım. belki yeni kartpostallar gelmiştir. kim bilir?
.