şimdi beni cayır cayır yakan güneşin yönünü otururken niye hesap etmedim ki acaba? oysa her zamanki akşam güneşi, her zamanki saat ve her zamanki otobüstü. belki beni çok rahatsız etmediğinden belki yeni nesil otobüs teknolojisine kayıtsız şartsız güvenim ya da ve belki bazı şeyleri bastırma duygusu yüzünden olabilir. sonuçta toplu taşıma araçlarında güneşin yönünü hesap etmeden koltuğa oturmayan bir neslin devamıyız. okuma-yazmadan sonra ilk öğrendiğimiz hayat dersi -özellikle yaz bahar aylarında- toplu taşıma araçlarında güneşin geldiği istikametin aksi yönündeki koltuklara oturmaktı. tabi ve sadece ilk oturduğunuz andaki pozisyonunuzu değil bindiğiniz aracın dönüşlerini de hesap etmeniz gerekirdi. işte bu ahval ve şeraitlerde en verimli yazlarımı otobüs ve trenlerin güneş alan pencerelerini hesap etmekle geçirdim. bir de işte şu lanet olasıca havuz problemleri vardı. matematiğim sıfır, coğrafyam iç güveysinden hallice oldu her daim. hani diyorum bir gün psikologa gidersem şayet o sormadan çocukluk travmalarım olarak ilk bu mevzuları anlatacağım.
sanırım bir kaç seans karşılığı hem nakit hem vakit avantajım olabilir böylece. evet böyle söyleyeceğim. matematiğim sıfır dediysem sıfırın altında da değil elbet. görüldüğü üzere tek başıma para hesabını yapabiliyorum çok şükür.
hem para hesabı derken bu memlekette ve bilhassa istanbul'da para kazanmak çok zor değil aslında. geçenlerde bir gazetenin pazar ekinde "eşeğimi kaybettim buldurur musun koçluğu" hakkında bir makale okudum küçük dilim yetmedi damağımı yuttum şerefsizim. memleket koçtan geçilmiyor mübarek. para koçu, ilişki koçu, nefes koçu, spor koçu, yönetici koçu, sınav koçu, kariyer koçu, beslenme koçu, doğum koçu, kanser koçu ve ismini sayamayacağım -unuttuğum koçlar affetsin- bir dolu koç oğlu koç. elbetteki koçların günahı yok alan ve satan razıysa banane. ama ve aslında olay biraz da televizyon programlarındaki tavuk-yumurta denklemi gibi "halk izliyor kardeşimin" zıt anlamlısı "ne verirseniz onu alır halk" meselesi gibi. her gün artan trafik çilesi, bitmeyen gürültü ve kirliliği, dinmeyen betonlaşma sevdası, hormonlu gıdalarımız ve tabi ki saygısız bir toplum oluşumuzdan mütevellit ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı kalmak mümkün mü?
işbu bozulan dengeler yüzünden açılan çatlakları da birileri dolduracaktır elbet. mandıra filozofu olmaktan ya da bu hayalle ölmekten başka seçenek göremiyorum maalesef. hani ve yine de ölmeden diyorum ki; şöyle hesaplı ve işini bilen bir güneş koçu yok mu aramızda. elli derece asfaltta pişen yumurta gibi oldum şerefsizim.
.
night bird-mad world
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...