bir halk otobüsünün en arka koltuğunda karanlık cama bakarak geçmişimi düşünüyordum. acaba diyorum ben nerde yanlış yaptım. acaba ben nerd..... derken şoförün ani bir freniyle palas pandıras günümüze geri döndüm. aynı anda üşüyen ellerim, basit bir el çabukluğu ile geçmişimden rol çaldı. aslında hep üşürdü ellerim. hatta bir seferinde tıbbi terimini aramış bulamamıştım büzüşen parmak uçlarımın. şimdi işte yine oraya takıldım. yazdıkça ama ısınıyor ellerim. herkesin yazma nedeni farklıdır. ben sanırım en çok ısınmak için yazıyorum böyle kış akşamlarında. yazın niye yazdığımı ise ayrıca düşünmem lazım.
.
halbuki gün boyu düşündüm. yahut düşünür gibi yaptım. mesela x bankasının eşantiyon masa takvimine baktım. baktım. baktım. geçen senenin yirmi iki şubatını aradım zihnimin arka sokaklarında. çok zor olmadı. elimle koymuş gibi buldum. ama şimdi o rezil günü yazmakla yazmamakla arasında embesil bir araftayım. sanki içimde bir levent yüksel "bu meeedd cezirler " diyor. öyle gel-gitlerdeyim. lakin durdum. otobüsün camından karanlık akşama baktım. baktım. son bir kez baktım. derin bir nefes aldım. şoförün vitesi üçe atmasını bekledim. ve...
"pekala günah benden gitti" diye kendim duyacak bir şekilde fısıldadım....
.
efendim, geçen sene bugün, eşin, dostun baskılarına boyun eğmiş, barcelona karşısındaki celta vigo gibi dağılmıştım. gül gibi işi niye bırakmıştım. kendime kızıyordum. galiba biraz da acıyordum. ne. bahariye, ne deniz kıyısı ne de kuşlar teselli edebiliyordu beni. eşgalsizdim şubat güneşlerinde.
ve bugün dördü onüç geçe uçmayıp adeta koşan kuşlara bakıp "gerizekalının önde gidenisin" dedim kendime.
çünkü bir sene, bir arpa boyu yol gidememiştim. üçyüzaltmışbeş günlük bir daire çizmiştim sadece. ve biraz nakit görmüştü cepkenim. hepsi bu. oysa matematiğim hiç bir vakit iyi olmadı. giren de çıkan da bana yazıyordu. en çözümsüz havuz problemlerinden daha zor geliyordu hayat denklemi. çözemiyordum. ki hâlâ çözemiyorum.
ama ve galiba sebebini buldum.
dolunay!
akşam işten çıkmadan az evvel, kuşları seyrettiğim penceremden tepsi gibi çıkmış, kayısı kıvamındaki rafadan yumurtadan az hallice bana bakarken yakaladım ibneyi. delil olsun diye bir kaç fotoğrafını çektim. net çıkmadı. her zamanki gibi gibi cool ve fluydu pezevenk. burnundan da kıl aldırmadı. başını öteye çevirdi.
durağa geldim. baktım hala peşimde. evlerin, ağaçların aradından beni kesiyor.
durağa geldim. baktım hala peşimde. evlerin, ağaçların aradından beni kesiyor.
"olm bak git" dedim.
"hadi sen git işine de herkes kendi işine" dedi ahmet kaya terennümünde.
elimde belge olsun diye bir-iki fotosunu daha çektim. ama herif oralı bile değil. belli ki sağlam yere dayamış sırtını. bi'de ters, bi'de asabi. sorma gitsin.
işte yaklaşık iki senedir bu dolunaya taktım. sanırım bir ibnelik yapıyordu. ama ne?
çözemiyordum. çünkü...
çözemiyordum. çünkü...
evet çünkü metematiğim iyi değildi.
oysa biraz sosyal, biraz türkçeden yanaşsaydı, ben o zaman gösterirdim o'na dünyanın kaç bucak olduğunu da sayısaldan geliyor hep şerefsiz.
sayısaldan geliyor hep.
.
dolunay volume-1
dolunay volume-2
oysa biraz sosyal, biraz türkçeden yanaşsaydı, ben o zaman gösterirdim o'na dünyanın kaç bucak olduğunu da sayısaldan geliyor hep şerefsiz.
sayısaldan geliyor hep.
.
dolunay volume-1
dolunay volume-2