sabahın dört buçuğunda daha hoca allahu ekber demeden ama ve sanki saati kurmuş gibi lakin kurmadan uyanmak. uyuyamak sonra. tavandaki beyaz plastik boyanın 'beni artık yenile' sesini duymak. karla birlikte düşen sonbahar yapraklarında anlam arayıp bulamamak. barcelona'da woody allen'le tokalaşmak. saat yedide bu sefer telefonun alarmıyla uyanmak. geç kalma derdim yokken pavlov'a selam çakıp durağa yanaşan otobüse koşmak. çarşı durağında inip ne yapacağını bilememek. yardım dilenircesine göğe bakmak. canım kuşları görmek. martıların pazartesi toplantısına tanık olmak. aşağıda insanların telaşına ortak olup poğaça sırasına girip-çıkmak. kalabalıkta son derece esmer ama bir o kadar güzel kadının gözlerine kilitlenmek. iki arkadaşın telaşlı koşturmacasında sarf ettikleri osmanlıca bir kelimeye takılmak diyorum bayım pek bir manasız artık. hakeza haldun taner'in yanında dalgalanan dev türk bayrağı. kırmızı tramvaydan önce durağa ulaşmak için koşturan adam.sarı dolmuşlar. lila renkli otobüsler. belediyenin kaldırıma ince yeşil birer korkuluk gibi diktiği modern saksılardaki kırmızı çiçekler. iskele camii ve minaresinin ardında bulutlara üstünlük kurmaya çalışan güneşcik. metro girişinde rastladığım arsenal teknik direktörü arsen wenger'e tıpa tıp benzeyen abi. metronun hareketine iki dakika kaldığını görür görmez koşmak. sarı çizgiyi geçmek. yan tarafta oturan hoş kokulu kadını ve kitabını merak etmek. yürüyen merdivenlerde yürümek diyorum; tıpkı içimdeki mücavir alan gibi sonu olmayan uzaysı bir boşluk.masalsı bir yalnızlık hep bayım. son tahlilde evrensel bir manasızlık..
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...