kucağımdaki diz üstü bilgisayarın
sıcaklığı yetmiyormuş gibi kızılderili saldırısından kaçan lokomotifin
harlanmış kazanı gibi yakılan merkezi sistem kaloriferi odayı nefes alınmaz
hale getirince soyunmak yerine pencereyi açmayı tercih ettim. lakin içeriye
dolan serin güz havası ile radyoda sıla'nın en damar şarkısının çalmaya
başlaması aynı anda oldu. attığı golün hemen akabinde kalesinde gol gören
futbol takımı gibi bu bir buçuk saniyelik nefeslenme sevincim kursağımda kaldı.
"ablam" şarkıyı okumuyor adeta çini mürekkebi ile yüreğine yazıyor
insanın. sonra aynı yüreği, hüzün sosu ile terbiye edilmiş akustik ve kederli
sesiyle dağlıyor. dağlıyor. mütemadiyen dağlıyor.
zira şarkı, cam açık olmasına rağmen dışarı çıkmak yerine dört duvar arasında dolanıp duran kara sinek gibi döndükçe etkisi daha çok artıyordu.
zira şarkı, cam açık olmasına rağmen dışarı çıkmak yerine dört duvar arasında dolanıp duran kara sinek gibi döndükçe etkisi daha çok artıyordu.
oda sıcaklığını, dolunayı, klima
vazifesi gören ve kasımdan henüz gün almış ekim ayazını unutup sıla'nın
kederine büyük hissedar oldum. önce eski aşklarımın başrolde oynadığı bir film
şeridi geçti kalbimin en orta yerinden. çok acıttı şerefsiz. hani deyim
yerindeyse böyle kağıt kesiği gibi. sonra tüm dahili organlarım polissiz ve
ışıksız kalmış istanbul trafiği gibi keşmekeş oldular bir anda.
her organdan ayrı ses çıktı. midem
davetsiz oturmaya gelen futbol topuna bu akşam müsait değiliz gelme diye
atarlanırken, karaciğer akciğere sen yine sigara mı içtin akşam akşam diye
çıkıştı. dalak da boş durmadı tabi. karaciğere alkol var mı alkol diye
sataştı. böbrekler muhatap bulamamanın siniriyle bu kadar da çay-kahve içilmez
ki kardeşim hiç mi belgesel izlemiyorsun günde en az bir litre su diyor
uzmanlar diye kendi aralarında söyleniyordu. sağ beynim tüm organları
itidale davet ederken yaşananları bir talihsizlik olarak nitelendirip krizin
aslında teğet geçtiğini , emre aydın ve funda arar dinleyenlerin daha kötü
durumda olduklarını belirterek huzur ve güven ortamını tesis etmeye çalıştı. bu
arada fırsattan da istifade ederek son kez, bir dönem daha başkanlık için oy
istedi. diğer organlardan önce sol beyin muhalefet etti kendisine. çok
yıprandıklarını artık emekli olup her şeyden el ve ayak çekip bitkisel hayatın
mandasına girmenin en hayırlısı olacağını söyledi. sağ beyin kadına yönelik
şiddeti de içeren protest bir tavırla karşı çıktı bu fikre. bitkisel hayatın
mandasına razı olmak kendini inkar etmektir. bu bedeni var edip, koruyup
kollayan, yüzotuzaltı grip, bir pnömoni, üç tenisçi dirseği, beş topuk dikeni,
ikiyüzellialtıbinsekizyüziki baş ağrısı, otuziki diş ağrısı,
binbeşyüzaltmışyedi baş dönmesi, sekiz kıl dönmesi gibi hastalığın atlatılıp
bugüne gelinmesinde pay sahibi olanlara saygısızlıktan öte ihanettir.
aymazlıktır. servet düşmanlığıdır. şu bilinmelidir ki; bitkisel hayatı
isteyenler dombilidir, taocudur diyerek çok ağır konuştu ve olası bir
koalisyonun kapılarını ardına kadar kapadı. bunun üzerine sol beyin ve diğer
organlar cevaplarını seçim gününe bırakıp sustular... zaten şarkı da
bitmişti...
ama içimde bir sıkıntı var ibrahim.
akşam çöktü ondan mı?