daha önce tam dört kez sordum anneme. her seferinde birbirine yakın cevaplar alsam da doğum zamanımla ilgili verdiği cevapların hepsi birbirinden farklıydı. o'na göre güz mevsiminde ikindi yahut akşam ezanına doğru dünyaya gelmişim. babama soramadan rahmetli oldu. kardeşim zaten ben doğduğumda piyasada yoktu. ablam dört yaşında emziği bırakmakla tuvaletini söyleme arasında arafta bekliyordu. hal böyle olunca devletin bana uygun gördüğü plastik mavi karta inanmaktan başka çare kalmıyordu.
sonuçta erkek kardeşimden beş takvim yılı, yılbaşından iki ay dört gün, akşam ezanından bir saat önce bir yirmi yedi ekim günü dünyaya gelmişim. bu durumda ali'nin yaşı ile o'nun üç katı yaşındaki babası ve ali'nin babasının yaşının yarısından dokuz eksik olan ayşe'nin yaşını hesaplamanın da bir manası yok. oysa ve bunca senedir tek derdim havuz ve yaş problemlerinden ziyade arkadaş toplantılarında sözün dönüp dolaşıp yükselen burca gelmesiyle biçare kalmamdı. olayın tek canlı tanığı annemin tutarsız beyanları nedeniyle gerçek yükselenimi bilememenin ezikliğini belli etmemek için her seferinde ayrı bir burcu salladım arkadaşlarımın üzerine. çoğu zaman da görmezlikten geldim yükselenimi. bilmemenin ayıp olmadığı ortamlarda açıkça bilmiyorum dedim. ama işte yine de bilmiyorum, belki bir gün JUNO'ya sorarım öz hakiki yükselenimi..
.
aslına bakılırsa şehir hatları vapurunun buğulanan camından belli belirsiz gördüğüm yük gemileri gibi silik anılara sahibim doğum günleri hususunda. hem siz bakmayın burada böyle doğum günü tiradı attığıma. hep yalnızlıktan, özlemekten ve sıkılmaktan tüm bu alengirli cümleler bayım. yoksa doğum günü hatıratlarım ozanın bayram gelmiş neyime hesabıyla eş değer. denizin bu uçsuz bucaksız ve hoyrat maviliğinde , yirmiyedi ekimde ve doğum günümde babamı özledim aslında. hem ne çok. bilemezsin. kimse bilmez.
şimdi mesela şu hırçın denizden çıksa da gelse ya babam. hayır, yemek için değil. seni seviyorum demek için. ve çok özledimli sarılmak için. bir kaç da nasihat isterdim. geldim gidiyorum ama ben hala bıraktığın o çocuğum baba demek için. artık isyan etmeyip söz dinliyorum demek için. söz, bu sefer tüm sözlerini dinleyeceğim demek için.
hani diyorum doğum günüm hatırıma bir kez olsun bulutlarından arasından inse ya.. hayır, sırf kendim için değil. biraz da o'nun için. o da özlemiştir diye sıkı sıkıya, doyasıya sarılmak için. maltepe sigarasında boğulmuş dumanlı sesini son bir kez duymak için..
hani diyorum doğum günüm hatırıma bir kez olsun bulutlarından arasından inse ya.. hayır, sırf kendim için değil. biraz da o'nun için. o da özlemiştir diye sıkı sıkıya, doyasıya sarılmak için. maltepe sigarasında boğulmuş dumanlı sesini son bir kez duymak için..
.
büyükdere caddesinin şişli ayağındaydım tüm bu yazdıklarım beynimde tur atarken. ermeni mezarlığının bitiminde, yayalara yeşil yanmasına rağmen ışıklardan karşıya geçemedim. anılarımda parlak bir kırmızı yanıyordu çünkü. ve tipik bir kış havası hakimdi şehre. güneşli fakat yer yer kapalı. soğuk ama kuru. tam ışıklara ulaştığımda nereden estiğini ve ismini bilmediğim rüzgarın kokusu, sokakların ve başı kesilmiş gibi tavuk gibi oradan oraya koşturan insanların görüntüsü zihnimi bulandırdı aniden. orhan veli şiirindeki gibi birdenbire oldu her şey. çok uzun seneler öncesine gittim. babamı ve on yaşımdaki halimi gördüm. dolmuştan henüz inmiş ışıkların bittiği mezarlığın başladığı geniş kaldırımdan ali samiyen'e, beşiktaş- diyarbakır maçına gidiyorduk. dümeni kilitlenmiş gemi misali tutuldum orada öylece. içimde tuhaf bir tat bıraktı bu üç saniye ya da beş dakika! kaç kırmızı , kaç yeşil ışık yandı bu insan tutulmasında bilemiyorum.
yaşlanmışsın mithad selim diye sesli düşündüm. hayır doğum günüm olduğu için değil, hayat yorgunluğum için söyledim bunu. benden başka kimse duymadı söylediğimi.
insan, yaşlandığını hareketlerinin ağırlığından değil de nostalji yükünün yüreğinde oluşturduğu ağırlıktan anlıyor. bugün ışıklarda içimde yanıp sönen düşünce buydu.
emin değilim tabi. belki soğuk ve ekim yüzündendir hepsi. belki de.... bilemiyorum işte.
kim bilir? kimse bilmez...
.
mehmet güreli - kimse bilmez
.
büyükdere caddesinin şişli ayağındaydım tüm bu yazdıklarım beynimde tur atarken. ermeni mezarlığının bitiminde, yayalara yeşil yanmasına rağmen ışıklardan karşıya geçemedim. anılarımda parlak bir kırmızı yanıyordu çünkü. ve tipik bir kış havası hakimdi şehre. güneşli fakat yer yer kapalı. soğuk ama kuru. tam ışıklara ulaştığımda nereden estiğini ve ismini bilmediğim rüzgarın kokusu, sokakların ve başı kesilmiş gibi tavuk gibi oradan oraya koşturan insanların görüntüsü zihnimi bulandırdı aniden. orhan veli şiirindeki gibi birdenbire oldu her şey. çok uzun seneler öncesine gittim. babamı ve on yaşımdaki halimi gördüm. dolmuştan henüz inmiş ışıkların bittiği mezarlığın başladığı geniş kaldırımdan ali samiyen'e, beşiktaş- diyarbakır maçına gidiyorduk. dümeni kilitlenmiş gemi misali tutuldum orada öylece. içimde tuhaf bir tat bıraktı bu üç saniye ya da beş dakika! kaç kırmızı , kaç yeşil ışık yandı bu insan tutulmasında bilemiyorum.
yaşlanmışsın mithad selim diye sesli düşündüm. hayır doğum günüm olduğu için değil, hayat yorgunluğum için söyledim bunu. benden başka kimse duymadı söylediğimi.
insan, yaşlandığını hareketlerinin ağırlığından değil de nostalji yükünün yüreğinde oluşturduğu ağırlıktan anlıyor. bugün ışıklarda içimde yanıp sönen düşünce buydu.
emin değilim tabi. belki soğuk ve ekim yüzündendir hepsi. belki de.... bilemiyorum işte.
kim bilir? kimse bilmez...
.
mehmet güreli - kimse bilmez
.