bizi otogara götürecek servisi bekliyordum. ama öte yandan hayatın orta yerinde duruyordum öylece. neyi beklediğimi yahut neyi aradığımı bilmiyordum. o an bildiğim tek şey adına hayat dediğimiz olgunun ruhumda bıraktığı kekremsi tattı. öyle duruyordum işte, ortada. bazen de savruluyordum savunmasız bir eylül yaprağı gibi. sonra tekrar ortada ve sonra yine kenarda. yaptığımın ya da söylediğimin hiç bir amacı ve anlamı yoktu. seviyesiz bir boşluktu sadece içimde-ki..
..batıya doğru gittikçe ve vakit biraz daha geçtikçe önce termometrenin sıcaklık göstergesi arttı. sonra fm radyolar çek-il-mez oldu. mecbur mp3 çalara yüklendim, elimdeki kitap ilk defa bu kadar akıcı gidiyordu ki, o şarkı çalmaya başladı. ben durdum. hayat durdu. kitabı, telefonu ve düşüncelerimi bir yanıma bıraktım. sabah yazmak isteyip de bir türlü söyleyemediğim mektuplar dolusu cümleyi saklandıkları yerden bulup çıkarmak şöyle etraflıca kusmak istedim.
bulamadım...
muavinden su istedim.
sonra önündeki koltuk arkası televizyona baktım. şehirlerarası otobüslerin o bilindik, kötü seslendirmeli, ucuz filmlerinden biri oynuyordu. yeni bir iş, yeni bir yer, yeni bir hayat peşindeydi genç bir adam. hah dedim kendime; acaba bu muydu istediğim? sahil kasabası olmasına gerek yoktu yahut orman içinde ağaç bir kulübeye. kimsenin beni tanımadığı, benim kimseyi bilmediğim bir yerde herhangi bir iş tutturacaktım. ve orada yaşadıklarımı yine burada yazacaktım. en yalın ve gerçek haliyle.
bulamadım...
muavinden su istedim.
sonra önündeki koltuk arkası televizyona baktım. şehirlerarası otobüslerin o bilindik, kötü seslendirmeli, ucuz filmlerinden biri oynuyordu. yeni bir iş, yeni bir yer, yeni bir hayat peşindeydi genç bir adam. hah dedim kendime; acaba bu muydu istediğim? sahil kasabası olmasına gerek yoktu yahut orman içinde ağaç bir kulübeye. kimsenin beni tanımadığı, benim kimseyi bilmediğim bir yerde herhangi bir iş tutturacaktım. ve orada yaşadıklarımı yine burada yazacaktım. en yalın ve gerçek haliyle.