evde oturmuş beatles dinliyorum. çünkü şu an elimde sallanan kitabın sunuş kısmını yazan adam öyle diyor. bu kitabı
beatles-revolution şarkısı eşliğinde okuyun diye yazmış. normalde inat, lanet birisiyim. kafama yatmayan hiç bir şeyi yapmam. tersini yaparım genelde söylenenlerin. klişelerle değil ama otoriteyle ciddi sorunum var benim. bunu anneme söylemedim. çünkü üzülmesini istemiyorum. kardeşlerim de bilmiyor. sevgilim biliyor mu bilmem. hem artık bir sevgilim de yok. olmasını istiyor muyum? onu da bilmiyorum. aslında çok fazla şey istemedim şu hayattan. sıradan ve basit olsun istedim
her şey. içtiğim kahve gibi sade olsun bir de. kalabalığa ve gürültüye yer
olmasın.. tıpkı manasız ve çıkıntı bazı huylarım gibi. kaldı ki ben de kabullendim artık bazı şeyleri. değiştiremeyince işte oturup bunları yazıyorum. yahut bir arkadaşımın dediği gibi konuşamayınca yazıyorum. yazmak çünkü insana verilmiş en büyük ikinci nimet! birincisi mi? okumak şayet bana sorarsan. çünkü ben yazmaktan çok, okumayı isterdim. zira böyle dünya yıkılsa umrunda olmayacak şekilde dünyadan
kopup sayfalar dolusu okuyabilenleri çok acayip kıskanıyorum. bir de
gündüzleri uyuyabilenleri.
bazen kurallarını hiç bilmediğimiz bir oyunun piyonu
olduğumuzu düşünürüm. lakin bugünlerde kendimi daha çok etrafındakileri eğlendiren ama içi hüzünden sararıp solmuş
bir palyaço gibi hissediyorum. ya da ve bazen herkesin elini çoktan
bitirdiği ve keyifle okeye döndüğü bir masa oyununda her daim eli kötü
gelen, diğer üç kişiyi eğlendirmekten başkaca bir vazifesi olmayan, masadan da bir türlü kalkıp gidemeyen acemi bir dördüncü gibi
hissediyorum.
" hayat bazılarına mutsuz olmakla duygusuz olmak arasında bir tercih hakkı tanır, daha fazlasını değil.." der bir yazısında murathan mungan.
sanırım benim durumuma en uygun kalıp bu şimdilerde. fakat yarın ne
olur bilinmez.
beatles değil de metallica dinlerim belki. kim bilir?