biliyorum bunu söylemek için çok geç kaldım. ama söylemeden de duramıyorum işte. çünkü bir şeyler yapmalıyım. en azından kendime itiraf etmeliyim.
peki ya sen peki ya ben?
hiç mantıklı gelmiyor leyla, hiç?
nasıl bir irade, neden tüm bu kabulleniş ve kadercilikler?
bilmem kaç yılını tuvalette ve bir o kadarı yiyip içerek ve uyuyarak geçirdiğimiz hayatımızın en büyük oranını misal ve belki de dörtte üçünü bazen cam, bazen beton ve bazen çelik duvarlar arasında sekiz altı mesailerinde heba etmek niye?
ve hem niçin?
ve hem niçin?
bu oligarşik zihniyeti sadece para ve dolayısı ile giyinme, barınma, karın doyurma ilkellikleriyle açıklamak ne derece doğrudur?
o hal ve şartta allah bu lidyaları bildiği gibi yapmıştır inşallah.
ama ve işte sevgili leyla; her şeye rağmen yine de güzel şeyler yazabilmeyi, en güzel bağlaçları senin için kullanmayı ne kadar çok isterdim. ki bunu hep istedim biliyorsun. lakin her geçen temmuz ve ağustos, her yaklaşan eylülde yaşlandığını daha bir anlıyor insan. anlayınca da hüznüne daha bir hüzün katıyor, kayahan'a bağlıyor. ve melankoli. hep melankoli. üstelik henüz temmuzun başı. peki ya düşen bu sarı yapraklar da neyin nesi?
peki ya sen peki ya ben?
.