"bana babanı anlatsana" dedi. durup dururken, hem hic sebep yokken. onun olabilirdi belki ama benim anlatmak icin ne sebebim ne de niyetim vardi. ona tek kelime söylemedim babam hakkinda. derin bir nefes aldım , üzüldüğümü anlayip üzulmesin diye lafı çabucak degistirdim. ve gecenin karanlığından yararlanarak hüznün ara sokaklarında kaybettirdim izimi.
ya da ben öyle sanıyordum.
ne zaman benim dışımda birisi babamla ilgili bir şey söylese boğazıma kocaman bir yumru saplanır, dudaklarımı ısırır, gözlerimi olabildiğince uzaklara atarım.
ama o ısrarcıydı.
ben de öyle. bir gün anlatırım dedim sadece. gökyüzündeki en parlak yıldızı bulmaya çalışırken.
oysa salt babamla ilgili değil hayatımla ilgili anlatacağım o kadar çok şey oluyor ki bazen, değil bir üç roman birden çıkar yazmaya kalksam. ama işte bazen de bir mısra bile çıkmaz bu boktan sıradanlıktan deyip kendime sövüyorum mesela.
.
....
nathalie cardone - hasta siempre
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...