brüksel lahanası - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

brüksel lahanası

günlerdir saklamaya çalıştığım bir boşluktan ziyade sertlik var dimağda. bazen mideye oturuyor bir kaplan yavrusu gibi bazen boğaza diziliyor bir yumru gibi. ilginçtir bugün o trende sırtımda hissettim bu pahada ağır yükü. hani o an ya da şimdi bir lamba cini çıksa karşıma ve sorsa; dile benden ne dilersen... şu sebepsiz ve anlamsız sıkıntıyı al götür sırtımdan başka ihsan istemem derim. üstelese ve "iki hakkın daha var" dese, isteyecek ve dileyecek hiç bir şeyim yok şu zaman ve hayatta mümkünse ihtiyacı olanlara dağıt derim.
çünkü ve zira(bu iki kelimeyi aynı anda kullanmaya bayılıyorum) taşlaşmış vaziyetteyim kaç gündür. hani sebepsiz sıkıntılarım olmuştu ama bu denli abarttığım olmamıştı hiç. insan hiç mi tepki göstermez, hiç mi hayal kurmaz. hiç mi.... neyse.. bildiğin duygudan, düşünceden arınmış bir kaya parçasıydım işte.

geçenlerde okuduğum bir kitapta şöyle yazıyordu; benliğinden vazgeçenler bir süre sonra taşa benzerler. lakin benimkisi benliğimden kopmama savaşıydı sanki daha çok. ya da ve belki de benliğim diye bana dayatılandan kurtulma çabası. emin değilim.
gerçek olan şu ki; bu ahvâlde hiç bir beklentim yoktu. ne hayattan ne lamba cininden. şimdi de yok. ama şunu söyleyebilirim; şimdi oturup bunları yazdım ya; ister inan ister inanma bana ama midemdeki o katılık şöyle bir yavşadı, genişledi gibi.
belki de aklımın bir oyunu bu da. belki yazıdan sonra daha büyük bir akım esir alacak beni. belki çok daha başka şeyler olacak. belki ve yine belki... hayatı biraz olsun çekilir kılan yanı bence bu bilinmezliği, belki de!
belki az sonra çok güzel bir fransızca şarkı çalacak radyomda ve ben o an her şeyi unutacağım. belki çok kötü şeyler olacak. belki daha güzel şeyler. bilemeyiz. belkilerle dolu bir hayat.

hayata bok atıp durmak en iyi yaptığımız şey. ama ve aslında hayat dediğimiz şeyin ta kendisiyiz biz. tüm hatalarımızı, kırgınlıklarımızı, yetersizliklerimizi kocaman bir çuvala doldurmuşuz ve adına hayat demişiz. kendimize kızdıkça kum torbası gibi yumrukluyoruz. sonra karşısına geçip sayıp sövüyoruz.
aynaya bakıp küfretmekten yahut rüzgara karşı tükürmekten ne farkı var ? bence yok. sanırım bunu bilerek ama görmezden gelerek tekrarlamamız acı veriyor bize. kendimizle olan mücadelemizde her şartta kaybedenin yine kendimiz olduğunu bilmek diyorum!

o sonu gelmez imkansız hayallerimiz, sahte mutluluk oyunlarımız, sırf dışlanmamak adına yaşıyormuş gibi yapmamız, sıradanlaşmamız, işe gidip eve dönmeler, zoraki günaydınlar iyi akşamlar, iyi ki doğdunlar, hastalıkta ve sağlıkta en az üç çocuklar, alışverişler, filmler, kitaplar...
soğuk odalar!..
bildiğim ve sevdiğim tek gerçek hâlâ ve ısrarla şarkılar.
benim sadık yârim kara toprak demiş ya büyük ozan. saygımla ve tüm özürlerimle belirtmeliyim ki; benim sadık yârim şarkılar.
ancak şarkılar sustuğunda kapanır bu perde ve oyun biter.
o zamana kadar oyuna devam pinokyom..
oyuna devam..
.
ahmet kaya - nerden bileceksiniz
.