kısa filmler geçiyor beynimin içinden. festival gibiyim. belki katılan olur. şimdi çamlıcanın başka bir açısındayım her zamankinin aksine. antenler eskisinden de çirkin gözüküyor gözüme.. ama işte köprü. ya boğaz. ve bu manzara. fransızca şarkılar kadar güzel. fransız dedim de; istiklaldeki o fransız güzel, ne güzeldi. annesiydi sanırım yanındaki. ama bu kadar sade, bu kadar duru, bu kadar fransızını görmedim ben usta. şiir gibiydi. kararlıydım. gördüğüm en güzel fransızdı. ha dersen ki kaç tane fransız gördün hayatında? susarım öte yandan. diyorum ki ; oblomov'un hangi çevirisini okuyacağımı bilemedim usta. mephisto'da çok güzel müzikler çalıyorlar ama. sık sık gitmeli. başka zaman fırsatım olmayabilir. ama kararsız kaldım oblomov'da. anasına bak kızını al. iki farklı çeviriyi yan yana koymuşlar. biraz kararsızlıktan biraz da okuyacaklarım daha bitmedi diyerek züğürtlendim. almadım.
ama işte şu etiketli, markalı kahve dükkanlarının kahvesini hiç beğenmiyorum yalan yok. arkadaş hatırına girdiğim için, zorla içtiğim için belki de. ama markiz öyle mi. ikinci kez aşık ettirdi bana kendini. hele cam kenarına bir yere kurulduysanız, bir dünya insanın akıp geçtiği istiklale nazır. dünyanın sahibi gibi oluyor insan. hem güzel oluyor. bilmiyorum herkese öyle olmayabilir. renkli ve zevkli bir konu sonuçta. ama işte markiz harika diyorum. ve seviyorum. hem sevgi için daha ne kadar ileri gidebilir ki insan?
.
sezen aksu - bir istanbul hatırası
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...