yazma alışkanlığım da okuma alışkanlığıma döndü artık. ne zaman yazmak için bir sebep bulsam yazmamak için iki sebep buluyorum. hepsinden önemlisi özlemiyorum artık yazmayı. yanlış anlama! bu sıcak pazar akşamüstünde yapacak başka bir iş bulamadığımdan yazıyorum şimdi. öğleden sonrasını mecburi bir davet ve yine mecburi üç-dört küçük alışverişe harcadım. para verseler çıkmazdım normalde bu rutubet enflasyonunda dışarı. tabi paranın miktarına göre değişebilir kararım o da ayrı.
para demişken dostum psikopatiyi okudum demin google readerdan. tam da hislerimi yansıtmış. sanırım son yazısıydı. bir ara düşündüm ve bir iki hafta da uyguladım bile vakti zamanında bu aylaklık ikramiyesini. hani iyi güzel düşünüyoruz. iş yok, sabah erken kalkmak yok, patron yok vergi yok, beyanname yok, sunum yok. aylaklık bedava da... daaası işte, gönül bunu isterken, istemeden yan masaya misafir olan kulak gibi bin bir zorluk içinde çalışanları düşünüyor bir an için... ama psi'nin dediği gibi bu lüküs hayat sendromu değil de tamamen tembel ruhun tercihi ve isteği. öyle bakmak lazım bizim olaya. insan üzülüyor için için elbet ülke insanın genel ahval ve şeraitine. lakin aylaklığı daha çok istiyor ne yalan söyleyeyim.
murat menteş diye bir adam var. kusura bakmasın daha bir kitabını okumuşluğum yok. sadece trt2 de bir söyleşisine denk geldim bir de afili flintalarda okuyorum bazı bazı. ki özellikle film seçimleri, önerileri süper. yok böyle bir şey. dört film tavsiyesini gördüm bugüne değin. hepsini izledim. dört de dört. ya bu adam işi çok iyi biliyor ya da zevklerimiz ve renklerimiz aynı. ama müthiş.
işte o önerdiği filmlerden sonuncusunu az önce izledim. ailelerinden bir şekilde zılgıtı yemiş, illegaliteye sapmış dört kafadarın yalın hikayesi ne güzeldi öyle. özgürlük çabaları ve ulaşmaları bir şekilde. denizin içindeki peter yahut arkadaşları suda çimerken kenarda keyifle onları izleyen torkild olmak geldi içimden bir an da. ama olmaz. onlar erdi muradına film de olsa bir şekil. ama işte yine de filmleri bu yüzden seviyorum. gerçek olmadıklarını bile bile seni o sahte gerçekliğin içine çekip kısa süre de olsa keyiflendiriyor ya. o güzel işte.
salt filmler değil şarkılar da güzel elbet.
sabah saatlerinde tavan yapan rutubetten az biraz esen balkonda kah gazete okuyup kah gelen geçeni izlerken hatta karadeniz ile ilgili bir yazıyı okurken tüylerimi diken diken eden o bilindik, o eski, o her devrin, her dönemimin şarkısı. nasıl da unutmuşum bu yeni furyada. tam da karadeniz'i, farklı ülkelerin komşu köyleri ile yeşille mavinin dansını okurken huşu içinde önce o şarkı sonra rüzgar. elektrik çarpmış gibi oldum. hangisinin etkisi çoktu bilemiyorum şark kurnazlığına girmeden elbet şarkı diyorum beni bu denli çarpan. o güzelim karadeniz yaylaları, esen rüzgar ve o şarkı. üçü daha bir coşku verdi.
evet istikrarsız, kararsız, mutsuz ve huzursuz bir adamım. odaklanma sorunum var kabul. burada en az on şarkı ismi yazmışımdır. süper, ultra mega tüm zamanların en iyisi diye. ama bu şarkı.
her ne kadar unutsak da arada bir. sözleriyle hissettirdikleriyle, okuyanı ile ritmiyle kısaca her şeyi ile gelmişimin ve geçmişimin. ve geleceğimin... anladın sen işte usta.
kimimiz yorgun, kimimiz solgun, kimi isyankar
acı gerçek bu, ömrümüz bir su, içiyor yıllar....
yaşlanıyorum sanırım.. eskiden her şeye herkese takmazdım böyle. şimdi ota, boka, çiçeğe böceğe küçük büyük her şeye herkese takar oldum. iyi yanı bu takıntıların en fazla bir gün hatta daha az sürmesi. zira ertesi gün takacak başka bir olay yahut kişi bulmada sorun yaşamıyorum. sanırım havalardan... bir de sevmediğim ortamdan.
.
normalde pazarları pek dışarı çıkmam. dedim ya mecburiyetten çıktım sokağa. sıcakta müzik dinlemek kitap okumak pek akıl karı gelmediği için yazma günlerinden kalma alışkanlıkla etrafı seyre koyuldum. hani bazı şeylere bakmana da gerek yok onlar seni buluyor. misal otobüsün en son koltuğunda otururken inmek için arka kapıya yanaşan kızın sırtında küçük, çok hoş siyah martılar uçuyordu. yahut açılışına gittiğim yeri ararken iki adım ötedeki "seks en di siti" kızlarından birinin yandaki kafe sahibine -kahve falı ne kadar? -25 tl mi soru ve cevabına diğer kızların kikirdemesi ve fiyatı pahalı bulmaları. bence de pahalıydı ve çok ahmakça hatta. kahve falına yirmi beş tele vermek olacak iş değil. bu arada on lira da çok yanlış anlaşılmasın..
açılış yapılan yer dışardan daha sıcaktı. klima yoktu vantilatör yetersiz. ortamda sıktı açıkçası. kalabalıktan oldum olası sıkılırım zaten. fazla kalamadım o yüzden. başka bir yere daha gideceğim bahanesiyle işletme sahibinden izin istedim. gideceğim başka yer yoktu. iki kıytırık alışverişten sonra koşa koşa eve dönecektim. bu sıcak ve nemde ne yapılırdı ki başka.
sanırım öğretmenlik mesleğini bu yüzden seviyorum. hani görünüşteki gibi üç ay olmasa da hatırı sayılır bir tatil süresi var. yaz günleri hiç dışarı çıkmazdım arkadaş 1-2 ay boyunca. akşamları alışveriş yapar gündüzleri sadece film seyrederdim. belki akşamüstü hafif rüzgar eser diye balkona çıkar, gelen geçeni izler hatta kısa hikayeler bile yazardım haklarında. hani az biraz param olursa kuzey egede sakin ve sessiz bir yer de olurdu bu aylaklık hali için. işle insanlarla uğraşmak hakikaten çok zor bu sıcakta. tamam daha zor durumda olanları unutmuyoruz ama bana zor işte kardeşim. zor işte. eskiden bir şeyler olsun diye beklerdim. şimdi onu da beklemiyorum. sıradanlığa, kerhenliğe alıştım, akışına bıraktım. üzülüyorum tabi bu duruma ama elimden bir şey gelmiyor. kabullenmek lazımdı. kabullendim ben de.
ama titrek ışıklar iyi film.
hem de çok iyi.
.
aşkın nur yengi - geceler düşman
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...