*
sabahları istikrarlı bir biçimde gördüğüm ikinci kişi; istasyon ve havarisinin temizliğinden sorumlu elli yaşlarında akça pakça bir amca. işini severek yapıyor belli. gerçek bir emekçi o. bir ressam titizliğinde çalıyor süpürgeyi her sabah merdivenlere. bazen kolay gelsin bazen günaydın diyorum. bazense hiç bir şey demeden geçip gidiyorum yanından. zaman zaman istasyonun diğer görevlileriyle konuşmalarına da şahit olduğum efendice bir adam. bir baba. bir insan.
*
idealtepe'den her sabah elinde kitabı ile değişmez vagonuma dahil olan minyon esmer güzeli var bir de. kitabı sadece aksesuar olarak kullanmıyor, okuyor da ayrıca. aslında ne okuduğunu merak etsem de öğrenmek için çok da ısrarcı olmuyorum. duruşundan, kılık kıyafetinden bir firmanın satın alma yahut lojistiğinden sorumlu bir izlenim ediniyorum daha çok. lakin indiği istasyona yakınlığı bakımından ssk memuru olma ihtimali de kuvvetle muhtemel. her sabah aynı vagondayız. ve benim gibi tekli koltuğu tercih ediyor çoklukla. yakın teması sevmiyor insanlarla. ama insanları seviyor. yüzünden az çok okuyabiliyorum bunu.
*
sabah maratonunun son teması, ofise yakın bir yerde her sabah aynı vakar ve ciddiyetle ve elbet şık gözlüğü ile servisini bekleyen otuzlu yaşların henüz ilk yıllarında olduğunu tahmin ettiğim bakımlı hanım kişiyle oluyor genelde. güya çaktırmadan bakıyoruz saklandığımız güneş gözlüklerimizin arasından birbirimize. farkındayız ama. zaten bir süre sonra selamlaşma biçimimiz oldu sanki bu kaçamak bakışlar. ama sizi temin ederim aramızda bir şey yok. daha önce bir vesile ile söylemiştim hatta "hikaye karakterlerimle" çıkmam ben diye! ayrıca bu zarif ve bakımlı duruşunun yanında kendini belli eden bir mesafe, bir soğukluk hali de gözlerden kaçmıyor değil hani. muhtemelen kamu sektöründe çalışıyor ve kamunun duvarlarındaki o soğukluk kendisine yansımış gibi sanki. bir kez olsun değil güldüğünü, gülmeye yakın bir girişimine şahit olmadım günlerdir. ama şu hayat gülümsemeden yaşanmaz ki....
.
bitmez ki hem...