hayat ne tuhaf ibrahim, dolunaylar falan? - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

hayat ne tuhaf ibrahim, dolunaylar falan?



tuhaf bir gün. tatsız, renksiz, kokusuz. dört ay sonra ilk kez kuşların sesine uyanamadım. kentsel dönüşümün işçileri uyandırdı bu sabah beni. geç kaldım. ama acele etmiyorum. yürüme mesafesindeki müşteriye bildiğim en uzak yoldan gidiyorum. kapıda sitemkâr karşılanıyorum. gülümsüyorum. ödeşiyoruz. bir saat kadar bir şeyler tarif ediyorum. yarısını anlıyor, yarısını anlamıyor. sıkılıyorum. alakasız bir telefona "tamam hemen şimdi çıkıyorum" diyorum. çayımı içmeden sokağa zor atıyorum kendimi. hava olabildiğince güneşli, etraf haddinden fazla bahar. lakin ruhumda bilmediğim bir hazan giysisi. varım ama yokum. nasıl anlatsam? anlatamıyorum. yüreğim kayıp. ayaklarımın götürdüğü yere gidiyorum. bağdat caddesinde, ters istikametteyim. karşıya geçmeliyim. trafik ışığı yok. yaya geçidi var. ama kimse yol vermiyor. birbirinden son model arabalarına kurulmuş 'yüksek şahsiyetlerin' gözlerinin içine bakıyorum. aldırış etmiyorlar. dayanamıyorum. okkalı bir küfür savurarak kendimi yolun ortasına atıyorum. önce ani bir fren sesi, ardından "canına mı susadın be adam" haykırışını duyuyorum. bir şey söylemiyorum. dönüp bakmıyorum bile. hemen önümdeki sarı dolmuşu dolduruyorum. bildiğim halde en kibar ve en sahte ses tonumla  "kaptan kadıköy ne kadar acaba" diye soruyorum. cevap gecikmiyor "ikibuçuk lira beyfendi."  beyfendi? sanrım çantama yahut kravatsız takım elbiseme söyledi. olsun. önümdeki sarışın kadından değil de hemen yanındaki esmer hanımefendiden rica ediyorum paramı uzatmasını. ama o neden ben diye sorar gibi bakıyor. nedenini ben de bilmiyorum bakışıyla cevap veriyorum. paramın üstünü vermek ise sarışına düşüyor memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle. soğuk ve mesafeli bir minnetle teşekkür ediyorum. çarşıda inip metroya doğru yol almaya çalışıyorum. çünkü insanlar. ah insanlık. bütün marmara hatta ortadoğu ve balkanlar burada sanki. kalabalık. çok kalabalık ama yalnızız. uzun, kısa, güzel, çirkin, yorgun, yaşlı, zengin, genç, yoksul, öğrenci, memur, iyi, kötü, sarışın, kumral. sıfat yetiştiremeyecek denli fazla ve karışığız aynı zamanda. o an süperman'i düşünüyorum. uçmak nasıl olurdu acaba? ama sadece düşünüyorum. sonra en sakin kaldırımlardan metroya sekiyorum. dörtlü vagonların ilkine oturur oturmaz hindistan ve gitme temalı mor kitabımı açıp ilk kez soluksuz okuyorum. normalde insanları izlerdim. ama bugün normal bir gün değil biliyorum. metrodan iniyorum. ofise geliyorum. bilgisayarım bozuk. çalışmaya ne hevesim ne de gücüm var. boğuluyorum. bir saat kadar sonra alıp çantamı çıkıyorum. tekrar metroya biniyorum. bir saat içinde toplu bir göç dalgası yaşanmış gibi öncekinden daha da korkutucu bir kalabalık. ayakta beş istasyonu hiç bir şey yapmadan bir zaman makinasının içindeymiş gibi geçiyorum. metrodan iniyorum. her zamankinin aksine yürüyen merdivenleri bu sefer yürümek istemiyorum. sağ tarafta öylece dikiliyorum. reklam afişlerini, beton merdivenlerdeki yazıları okuyorum boş boş. bir yandan da karşı merdivende metroya yetişmeye çalışan telaşlı insanları izliyorum. nihayet yüzeye çıkıyorum. alabildiğince güneş, mümkün mertebe bahar. hatta biraz daha ciddi düşünürsem yaz. ceketimi çıkarıyorum. yürüyorum. yönsüz, pusulasız. aklımdan geçenleri anlamaya çalışıyorum. dank ediyor işte o an bir şey. "lan yoksa siktiğimin dolunayına mı bir şey oldu yine" diyorum. karşıdan gelen uzun boylu, gözlüklü kadın  gülümsüyor. sesli düşünmüş olabileceğimi düşünüyorum. ya da ben çok alınganım. bilemiyorum. sadece ağlamak istiyorum. yapamıyorum. saat onbirbuçuktan bu yana tuhaf şeyler oluyor. çözemiyorum. bulanık suda balık avlar gibiyim. tutamıyorum hiç bir şeyi. ne zamanı, ne olan biteni. dedim ya tuhaf şeyler oluyor içimde ibrahim. sanki bir bilimkurgu filminin kahramanı gibi hissediyorum. bir şeyler oluyor. hissediyorum. lakin bulamıyorum. sabah okuduğum kitap mı buna sebep. yoksa bahar mı? ya da ne? bilemiyorum ibrahim. bilemiyorum. hem şimdi nereye gideceğim. ne yapacağım onu da bilmiyorum. 
ama ve sanırım güneş gören bir cafe bulacağım önce
ve sonra bir sigara
bir de çay
bütün hüzünlü şarkıların ve yarım kalan aşkların şerefine içeceğim.
evet. böyle.
.
son çalan şarkı brazzaville - peach tree