tam on dört yıl önceki “sevgili ibrahim” yazıma rastladım sevgili ibrahim. sana mektuplarımım miladı olduğunu düşünüyorum. emin değilim ama bir solukta okudum yazıyı. o günden bugüne değişen pek bir şey olmadığı gördüm. insan değişiyor, alışkanlıkları değişiyor, saçı sakalı, yediği içtiği, sevdiği sevmediği değişiyor diyoruz ama hisler değişmiyor be ibrahim. on dört yıl önce dolaştığım hisler bulvarı aynı. hep aynı huzursuzluklar, hep aynı dilemmalar. aynı uzaklara gitme isteği. ne uzayıp ne kısalmalar hep aynı yerinde saymalar. o vakit on üç yıllık bilgisayara ağıt yakmışım. üstüne on dört sene geçmiş. etti mi sana yirmi yedi. şimdi yirmi yedi benim doğum günüm deyip sn. bahçeli hesabı yapardım da matematiğim o kadar iyi değil ibrahim. ama işte ömür gidiyor. bu yirmi yedinin evveliyatı var. sonrası var. oysa hepsi hayattan sayılıyor. üstelik; “otuz beş yaşındayım hiç bir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın” diyen yusuf gülseçen dilemmamız var kucağımızda kor gibi. hem hayatın başı, sonu, ortası var mıdır? kim bilebilir gaybı yaradandan başka. biz bilmiyoruz. biz fakirler sadece dua ve umut ederiz. bolca da hayal kurarız. namık kemal o sözü gerçekten söylemiş midir bilmiyorum ama hayalsiz yaşanmıyor gerçekten. şimdi misal yeni keşfettiğim yayla trio şarkıları dinliyorum sabahtan beri. ve canım acayip karadeniz çekti. anlat desen anlatamam. ama fena halde dumanlı yaylalara çıkasım, bir daha da inmeyesim var ibrahim.