üç saniye ile metroyu kaçırmak diyorum; sizi bilmem ama benim için büyük yıkım doktor. hele ki takım elbiseyle, evrak çantasıyla hüseyin bolt taklidi yapıp kapanan iki kapı arasından süzülen, üzülsem mi gülsem mi diye bir türlü karar verememiş boş bakışlarla muhatap olmak. dahası, son anda karar kılınmış bir randevuya yetişememe olasılığının oluşması ki tüm randevularına en az kırk beş dakika önce giden biri için nasıl yıkıcıdır tahmin edemezsin doktor. yahut tahminin yanlış olur diyelim. o derece yani.
..
toparlanmak için süreye ihtiyacım vardı. fazla efordan hararet yaptığım için montu çıkardım. bomboş üçlü bankın sağ başına oturdum. istasyon umumiyesi, yeni kaçmış metrodan sonra nasıl olması gerekiyorsa öyleydi. öyle ıssız. öyle kimsesiz. bir an için yalnızlığımızı tokuşturduk benden yaşlı olmayan ama daha karanlık olan istasyonla. bir sonraki trene altı dakika vardı. ve beynimde deli gibi dönen hayal kırıklığı, geç kalma endişesine dolanmış dikenli düşünceler. durdurmanın tek yolu vardı.
yazmak.
çantamı yanına koyup gözlüğü ve telefonu çıkardığım sırada kara yağız bir delikanlı bank kombinasyonunun sol başına oturdu. ben yazmaya başladım. ve birinci paragrafa nokta koyduğumda da, bir hacı amca bize doğru yanaştı. niyeti ciddiydi. hemen çantamı ve montumu kucağıma alıp “gel amca” dedim sanki oturmayacakmış gibi.
geldi.
geldi.
"selamün aleyküm "dedi.
"aleyküm selam" dedim.
kara yağız adam bir şey demedi. onun ayıbı. bir şey diyemem. ben amcaya biraz daha yer açtım. hacı amca beni şöyle bir süzdü. tarttı. anladım. ‘memleketin nere evlat’ demeden önceki son nazarlardı bunlar. biraz suçlu hissederek ve biraz bencilce içime kapandım. konuşma havasında değildim. kulaklığımı çıkardım. bu da benim ayıbımdı. uzağı iyi görmeyen gözümle trenin geliş saatine baktım. daha üç dakikası vardı. ikinci paragrafı yazmaya başladım..
….
…
..