zeki müren göremedi ama orhan ertanhan duydu bizi televizyondan - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

zeki müren göremedi ama orhan ertanhan duydu bizi televizyondan

bostancı sahil adalar



sene kaçtı tam hatırlamıyorum. fakat televizyon, trt’nin tek kanalıydı. renksizdi. ama kokusuzdu diyemeyeceğim. arkasındaki tüp ısınınca etrafa kesif kokular yayıyordu çünkü. sanırım ilkokula gidiyordum. sanki evde  o akşam benle babamdan başka kimse yokmuş gibi ikimizi net hatırlıyorum. bir de haber okuyan bıyıklı abiyi. lakin biliyorum; annem ve kardeşlerim de evdeydi. belki ajanslara sadece biz dikkat ediyorduk. belki de beşiktaş maçının gollerini bekliyorduk. bilemiyorum. bildiğim ve hatırladığım; bıyıklı bir abi kalbi kadar temiz beyaz kağıtlardan haberleri okuyordu. prompter falan yok tabi o vakitler. hem fakiriz. hem teknolojimiz istediğimiz düzeyde değil. rahmetli özal kdv’yi daha sokmamış, memlekete. 
işte bu bıyıklı abi -ki orhan ertanhan olmalı- haberi okurken birden durdu. bir şaşkınlık. bir suskunluk hali. öksürük krizi, gıcık-hıçkırık hali değil. bildiğin durdu adam öyle, efsunlanmış gibi bize (karşısına) bakıyor. rahmetli babam duramadı, sanki heyecanlı bir hikaye yarıda kesilmiş de merakı tavan yapmış biri gibi televizyona doğru bağırdı. “konuşsana be adam!”  
olmayacak şey oldu! babamın bu çıkışına ekrandan anında cevap geldi; “ne konuşayım?”
 nasıl denk geldi. nasıl bir senkronizasyom oldu bilmiyorum ama olay aynen böyle oldu. sonra donma, lal olma sırası bize geldi. babamla ben sessizce ve gergince birbirimize bakarken orhan abi kaldığı yerden haberleri okumaya devam etti..
.
bu netameli hikayeyi niye anlattım?
kıymetli biladerim bay dikkatsiz, sıra sıra dağlardan, erişilmez yaylalardan, kuş uçmaz kervan geçmez bilinmez binbir türlü yollardan istanbul’a geldi. buluştuk. ne yapalım, ne edelim derken Ağustos görünümlü nemli eylül’de ata sporumuzu yapıp sahile inelim dedik. akşam. iş çıkışı. normalde para verseler değil trafiğe sokağa adım atmayacağım saatte cuma ve istanbul trafiğini hiçe sayarak yandex fırıldağının kayığına binip düştük yola. düşünün o kadar seviyorum biladeri. tabi ben genlerimin ve istanbul’da yaşamanın verdiği pratiklik, agresiflik ve tez canlılıkla trafikte seri ama güvenli ilerlerken yanımda oturan biladerin “yavaş bilader yavaş acelemiz yok” demesiyle, otobüsle mi gitseydik serzenişi arasında bir sarsıldım. bir dumur oldum. juan pablo montoya ekolünün temsilcisi olarak üzüldüm. yavaşladım. duruldum. akmayan trafikte biraz daha yaşlandım. bilader iş görüşmelerinin kalanını halleti. otuz dört dakikada bağdat caddesini yararak sahile indik. bagajdan rejisör koltuklarımızı. beltur’dan nevalemizi aldık. denize sıfır noktasına konuşlandık. kâh sohbet ettik. kâh-ı denizi dinledik. rüzgarın ruhumuzu okşamasına izin verdik. eskilerden ve yenilerden, gönül işlerinden, yazın hayatından konuştuk. çaysız muhabbet mi olur? olmaz tabi. ben iki çay daha alıp geldim. bilader’in kırk sekizinci kez “iyi ki buraya geldik lan” deyişinin hemen ardından benim çok kokoş ama komik de bulduğum şu aşağıdaki fotoyu instagramda yayınladık.



ben sadece sol elimi koydum. kalanı, müzikler ve yazılar dahil, afrika hariç hepsi bilader’e ait. hani fotoğraftan ötürü başımıza bir şey gelecekse bilinsin isterim.
lakin bu foto kesmedi biladeri. ille de yaz, bloga koy bu kutlu anları dedi. ama pek çok sevdiğim gibi o da siparişle bloga yazı yazmadığını bilmiyordu. hele bir de böyle mıç mıç şunu yedik bunu içtik, amanın noel babayı da gördük. imamın kayığına da bindik, hediyelerimizi bir güzel takas ettik minvalli yazıları hem sevmez, hem beceremez idim. ama işte istek biladerden gelmişti. kırk yılın başıydı. birlik ve beraberliğe her zamankinden çok ihtiyacımızın olduğu zor günlerdi. her zamanki huysuzluğum ve orhan ertanhan edasıyla önce “ ne yazayım olm” dedim. 
o gayet sakin, üzerinden hiç çıkarmadığı munisliğiyle;
- yaz işte bir şeyler. ne olursa dedi.
.
.
meraklısına not : eylülün ve biladerin gelişi nedeniyle kısa süreliğine ve sadece bu yazı için yorumları açıyorum. belki diyorum sonra yazılan yorumları da işbu yazının altına yapıştırırım. evet böyle.
ali kırca?
.
meraklısına 2.not : benim yorumhaneyi açıp kapatmamdan daha çok blog açıp blog kapatan biladerimin gözünden yukarıdaki rastlaşmayı okumak isterseniz buyrun buradan yakın!
.

  1. Yazınızın devamı yok. Tamamlamayı okuyucuların hayal gücüne mi bıraktınız?
    Eski TRT spikerlerini dinlemek, izlemek ne kadar keyifliydi. Ses tonları, konuya hakimiyetleri, vurgulamaları, nezaketleri onları unutulmaz kıldı. Jülide Gülizar, Zafer Cilasun , Halit Kıvanç, Can Akbel...

    YANITLASİL
    1. aslında ve şahsı nazarımda yazı bitti. ama ve tabi isteyen devam ettirebilir. katkı için teşekkürler..

      SİL
    2. Ali Kırca da unutulmazlar listesine adını yazdırmıştı. Dünyanın gürültüsünde bellekler de zayıflıyor artık. 

      SİL
  2. Ben sadece sol elimi koydum kısmında o kadar güldüm ki... :) Siparişle yazı gerçekten yazılmıyor ama çiğ tavuk yemediğimiz zamanlar da yok hani değil mi? 
    Güzel zaman geçirmenize sevindim.

    YANITLASİL
    1. doğrusunu isterseniz çiğ tavuk da çiğ balık da yemedim:))
      ama evet gülmek, güldürmek için yazıyoruz bazen. 
      teşekkürler.

      SİL
    1. demaaa! dema öyle diyorum bilader yanlış anlayacaklar sonra. zaten ortalık karışık :P