indim.
karşıya perona geçip bir sonraki treni beklemeye koyuldum.
karşıya perona geçip bir sonraki treni beklemeye koyuldum.
üç kişilik arazi timimizden birinin yeğeninin teyzesinin kocası ile arazi bakmak için dört kişi metalik gri bir arabaya doluştuk. akraba olan şoförümüz, araçtaki tedirgin eden sessizliği bozmak için gelişigüzel cümlelerle enişteye sorular soruyordu. enişte cevaplarının birinde;
"izmir’in bir köyü var aklıma gelmedi şimdi oraya gittik" der demez. sanki zihnim bu hafıza nisyanını bekliyormuş gibi öne atıldım ve damarıma basılmış gibi "şirince" dedim.
"izmir’in bir köyü var aklıma gelmedi şimdi oraya gittik" der demez. sanki zihnim bu hafıza nisyanını bekliyormuş gibi öne atıldım ve damarıma basılmış gibi "şirince" dedim.
arkadaki enişte; "hah çok yaşa evlat, şirince" diye tasdik etti beni.
izmir’in bildiğim tek köyünün adını, 2012 felaket senaryosundan aklımda kalmasa yine bilemezdim.
.
arazi dönüşü enişte bizi çaya davet etti. şehrin karmaşasından uzakta ve yüksekte olan evinin ferah ve serin bahçesinde börtü böcek, kuş sesleri arasında çayımızı içtik. araziyi hem pahalı hem de şehrin içinde bulduğumuzu söyledik. eniştenin eşi, "sizin aradığınız gibi yer gedelek’te vardır" dedi. nereden olduğunu bilmiyorum ama bu ismi de duymuştum. tanıdık geldi bu isim dedim. enişte araya girdi köyün diğer adını da söyledi. turşucu köyü dediklerini onlardan öğrendim.
.