geçmiş gün. bir blogcu, hayatta olanların eski fotoğraflarına bakmanın, geçen zamanın hüznünden falan bahsediyordu. kendince haklıydı. ama yine de anlayamıyordum onu.
bu sabah. pek kullanmadığım spotify kütüphanesindeki bütün içli şarkıları üzerime boca edince annemin salonundaki çekyatı kaldırdım. amacım on sekizimdeki bir fotoğrafımı bulmaktı. lakin babamın hiç anımsadığım bir fotoğrafıyla karşılaştım. üstüne spotify’da bir şarkı. hayatta olmayanların fotoğrafına bakmanın ağırlığı. hüznü aşan kederi. gözlere hücum eden ıslaklık. boğaza takılan kocaman bir yumru. dünyanın dönmeyi bırakması. güneşin alıp başını gitmesi falan.
hareket edemedim bir müddet. öylece durdum. fotoğraf bana, ben babama baktım.
baktım.
baktım.
baktım.
annemin akşamsefalarının ve beyaz güllerinin önünde. her zamanki mağrur duruşuna hafif bir gülümseme eklemişti. sonra hiç vazgeçmediği ve sağ elinin iki parmağına sıkıştırdığı maltepe sigarası. üstünde gri ceketi. siyah pantolonuyla. dünyanın en yakışıklı babası. benim babamdı.
sonra yine durdum öyle.
sanki bir şey dememi bekler gibi bakıyordu. özledim, çok özledim dememin bir anlamı var mıydı? zaten ikimiz de biliyorduk bunu.
sonra dedim ki içimden; umarım hayatta olanların eski fotoğrafına bakıp da hüzünlenenler gün gelir hayatta olmayanların eski fotoğraflarına bakmak zorunda kalmazlar.
umarım.
.