üç buçuk dakika uğraşıp da iğneden geçirmeyi başardığım ipi makasla kesmek yerine dişlerimle koparıyorum annem gibi. oysa babalar günüyle yoğrulmuş, böylesine yoğun bir enformasyon ve reklam bombardımanıyla dolu haziranda babamın değil de annemin aklıma gelmesine takılıyorum önce. sonra biraz yaşar, biraz sezen radyomda. nihayet; bir parça eski datça. birkaç kare yeni foça fotoları instagramda. sabaha karşı gördüğüm rüya aklıma geliyor en nihayetinde. biraz meg ryan, biraz charlize theron tadında saçlar. sarı ve kısa. ama senin cismin. senin konuşman. esprilerinle ve tabi ki gülüşünle işte karşımdasın. bahariye'den sevdamıza akan kırmızı bir tramvaydasın. gülümsüyorsun. mutlusun ve en güzel yaşındasın. bense yanımdayken bile ölesiye özlüyorum seni. ne yapacağımı, elimi ayağımı ve kalbimi nereye koyacağımı bilemiyorum. kamp sandalyelerini onarıyorum arka balkonda. bir pazar sabahı. canım fena sıkılıyor. önce balkonu yıkıyorum. sonra sandalyenin birinin kumaşını değiştirip lacivert olanı kırmızı yapıyorum. ötekinin sıyrılan yerlerini dikiyorum. her iğne darbesinde bir cansever dizesi geçiriyorum aklımdan. bir kez burgaz'dan yana bakıyorum. lakin sıkıntım azalmıyor. aksine özlemim bileyleniyor. huzursuzluğum ve mutsuzluğum tavan yapıyor. niye yapmasın? sen yoksun. yarın yine iş var. ve haziran çok uzun. temmuza ve tatile daha vakit var. radyomda diyorum; şimdi barış manço var: allahım güç ver bana...
.