dokuz gibi yeni bilgisayar programının demosu için toplandık. tüm departmanlar oradaydı. patronda elbette. sunumcu, bir pazarlamacının sahip olduğu bütün hünerleriyle ve can sıkıcılığıyla anlatmaya başladı. patronun gözüne girmek isteyenler zekice ve aptalca diye ayırabileceğimiz iki türde sorular sordular. sunumcu hepsine aynı sahte güleryüzüyle, benzer robotik cevaplar verdi. bazılarımız okulda olduğu gibi arka taraflarda kağıttan gemiler, bazılarımız not kağıtlarına anlamsız şekiller yaptılar. ben sunumcunun sunumunu dinler gibi yapıp hayatımı düşündüm. eskiden dedektif polis olmak isterken şimdi lan keşke yönetmen mi olsaydım kararsızlığıma güldüm, geçtim. sunumcuya yakalandım. surat asıp beni bozmak yerine sahtekarlığına devam etti. mithad bey, bir şey mi soracaktınız dedi. beni tanıyordu. ne yazık ki toplantıyı ben organize etmiştim. ben de sahtekarlık yaptım. e-defter, e-fatura olayını nasıl olacak dedim. sunumcu, tam da şimdi oraya geçecektim diyerek oyunumuza kaldığı yerden devam etti. patronlar maliyeti merak etti. hırslı yöneticiler bize kazandıracağı zamanı hesap etti. sunumcu da sorularımızdan ve bakışlarımızdan programı almak için ciddi olup olmadığımızı test etti. teklif hazırlamak için süre istedi. çok faydalı toplantı olduğuna oy birliğiyle karar verip dağıldık.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...