zoraki. güneşin hatırına çıktım dışarı. içeride boğulmaktansa açık havada yanmak daha evladır dedim. çünkü bir şeyler oluyor içimde. ama tarifi yok. manasız, yahut ve artık eskisi gibi önemi olmayan sıradan sıkıntılar. kılık değiştirip girmişler gibi içime. tek tek ayıklayamıyorum. gücüm de isteğim de yok hem. sadece güneşe yayıldım tembel kediler gibi. tepemdeki aralık güneşine şükür mü edeyim yoksa endişe mi? bilemedim. bu mevsimde sıcaklık 16 C. söylesen kimse inanmaz. çünkü acayip şeyler oluyor. bedenimde sanki başka biri var. hissetmiyor. duymuyor. görmüyor. tanıdık olan tek ortak duygu güneşin şefkati. gerisi nisyan ile malul olmuş bir hafıza. kırık dökük, belli belirsiz anılar. kırışmış, kime ait olduğu belli olmayan siyah beyaz fotoğraflar. sahaf köşesine gizlenmiş şiir kitapları. tesiri yüksek şarkılar.
bu saatte gelebileceğim tek yer. en uygun mekan. varoş kafe. semtin en güzel güneş alan biricik kafesi. gelirken üşüyordum. şimdi ise sıcaktan montumu çıkardım. keşke içimizdeki, sırtımızdaki yükleri de bu kadar kolay soyunabilsek. bir sade kahve söyleyip kabuğuma çekildim. ne orjinal saçlı garsonun ne de diğer müşterilerin hikayesine bakmıyorum. oturmuş kendi hikayesizliğime ağıt yakıyorum. mütemadiyen akan bir nehirin sürüklediği dal parçası gibi beynimin duvarlarına çarpa çarpa ilerleyen düşüncelerimi izliyorum bir süre. ama çabuk sıkılıyorum. aklıma geleni yazıyorum bu kez. belki bir müddet sonra silerim diyerek. nihayet açık olan pencere kanadına yansıyan kendime bakıyorum şimdi. yüzümde siyah çerçeveli, yakın gözlükler. yanağımdan aşağı sarkan beyaz kulaklık. gözlerimde ifadesiz nazarlar. tepkisiz, mimiksiz bir surat. üzgün mü, düşünceli mi kederli mi belli değil. daha çok ne yapacağını şaşırmış, yolunu kaybetmiş insanların çaresizliği. bir kaybolmuşluk hali. güneşli bir pazartesi, jose’nin santa’nın kaybederken bile yüzlerine yansıyan huzurun, doygunluğun esamesi yok. ne yazık. tek kurşun atmadan teslim olmuş komutanın pes etmişliği. aklımdaki konuyu değiştirmek için boş fincanı almaya gelen garsona bir çay söylüyorum. o da ocaktaki adama bağırıyor “ yakup abi, bir demli çay.” uzak köşede çalan televizyonunun sesini bastırmak için dinlediğim şarkıya volume basıyorum. hoşuma gidiyor. sabahtan beri keyif aldığım tek şey. güneş hariç. çayım geliyor. bir yudum alıyorum. suratımı ekşittiğimi tüm hücrelerimle hissediyorum. çay, çok mu demli yoksa çok mu geçmiş? kararsızım yine. halbuki en kötü karar bile.....
bunu düşünmem çaydan daha çok koyuyor. ruhum ekşiyor. klişelerin canı cehenneme diyorum. yandaki abinin bardağı şıngırdatan çay kaşığı sesi ile irkiliyorum. kafamı kaldırıyorum. karşımdaki duvara monte edilmiş düz ekran televizyonda bir klip dönüyor. santa ile jose feribot kaçırmışlar. denizin ortasında, en üst güvertede güneşleniyorlar. ama öyle mutlular ki. öyle huzurlu. güneşli bir pazartesi günü. kıskanmamak elde değil.