13-14 yaşlarında olmalıydım. bir yaz günü tuzla'dan bir akraba düğününden dönüyorduk bir minibüs dolusu insan. minibüsü hatırlıyorum. hani şimdilerde köfteci-dürümcü dükkanı olarak sağda solda gördüğümüz şu klasik volkswagen minibüslerdendi. ama minibüsün içinde başka kim vardı hatırlamıyorum. annem babam dahil. mavi minibüsten başka o güne dair hatırladığım diğer şey; nasıl olup da becerdiğimi ve kimsenin niye uyardığını bilmediğim bir şekilde başımı açık olan minibüs camından çıkarıp rüzgarla, özgür kuşlar gibi seviştiğimdi. bunun adı mutluluktu.
*
34 yaşındaydım. dört arkadaş iş seyahatinden dönerken arkadaşlardan birinin ailesinin bolu seben'deki yayla evine uğradık bir haziran sabahı. saf oksijen, eşsiz manzara, hanife annenin kahvaltılıkları. ama en çok tadını hala damağında hissettiğim kekik çayı. mutluydum be doktor. çok mutlu.
*
10 yaşlarındaydım. silgim olduğu halde çantamdan çıkarmaz, arka sıradaki hafız'dan silgi alma bahanesiyle sağ arka çaprazımda, iki sıra geride oturan özlem'e bakar gülümserdim. her zaman değil ama arada o da gülerdi. hafız ne yaptığımı bilirdi. "olm bütün sınıf aşık o'na. bırak bu sevdayı. hem o yan sınıftaki doktor kemal'in oğlunu seviyormuş." derdi. inanmazdım. iyiki de inanmamışım. bir gün okul çıkışı tüm cesaretimi toplayıp "eve beraber yürüyelim mi?" dedim. "olur" dedi. o kaldırımda ben yolda evlerine kadar yürüdük. ben mutluydum. o'na soramadım.
*
27 yaşındaydım. güneşli fakat rüzgarlı bir mart sabahıydı. üşümüyordum. evi köyün hemen çıkışında yüksekçe bir düzlüğe, akdağ'a karşı inşa edilmişti. esen rüzgarın kaynağı, zirvesi hala karla kaplı bu dağ olmalıydı. annem ısrar etmese yine de gelir miydim bilmiyorum. çok uzun zaman olmuştu. kapıyı o açtı. şaşkındı. bir süre sessizce bana baktı. sonra sarıldı. tekrar, tekrar sarıldı.
ağlıyordu.
ağlıyordum. ama mutluydum..
ağlıyordu.
ağlıyordum. ama mutluydum..