.
sıcak bir yandan, aşırı gürültücü karga ve martı koalisyonu bir yandan bu sabah da fazla uzağa gidemedim rüyalarımda. oysa sıcak-soğuk, oruçlu-seferi, haziran-ekim, yorgun-dingin, hasta-sağlıklı farketmiyor hep seni görmek ümidiyle yatıyorum her gece. çölde leyla'sını arayan mecnun gibi. lakin bulamıyorum. -seni ilk gördüğümden beri.-
.
bu sabah sanki ülkenin bütün karga ve martıları benim odamdaydı. yahut bir alfred hitchcock filminin içindeydim. sonra cehennemi bir sıcak. biraz daha kalsam sıcak ve nem yatağımda yapay bir göl oluşturacaktı. oysa dış mihraklar uyandırdığında saatim henüz karganın bokunu yemediği zamanı gösteriyordu. -07:03-
.
sabahın köründe, sokakta değil insan bir kedi bile yokken ön balkonu yıkarken buldum kendimi. böyle aylak bir ruha ancak annemden yansıyan hamarat ve titizlik genleri yaptırabilirdi ancak bunu. kuşların sıçıp batırdığı balkonu iki kere yıkadım. masayı,sandalyeleri. inanmayacaksın ama balkon demirlerini bile sildim. -08:37-
.
sonra laptopu, yazma hevesimi, müziğimi, kartpostallarımı alıp kuruldum balkona. esecek bir tutam rüzgar, sokaktan geçecek bir kaç naif hikaye bekliyorum şimdi. 09:19
.
çok sürmedi. sol çaprazımdaki apartmanın önüne ticari bir taksi yanaştı. ama öylesine dikkatli ve kaldırıma sıfır pozisyonunda yaklaştı ki biraz bekleyeceğini dolayısıyla taksiyi çağıranın kadın olduğunu düşündüm. yanılmadım. beş altı dakika sonra. beyaza çalan sarı saçlarının dikkat çekiciliğinde, siyah capri pantolonu, baskılı beyaz tişörtü ve kırmızı çantasıyla otuzlarında bir kadın çıktı apartmandan. beş basamaklı merdivenden sanki dünya güzellik yarışmasının birincisi gibi öyle narin, öyle zarif indi ki şoför inip kapıyı açacaktı neredeyse. ama bundan sonra yaşananları ve nereye gittiklerini ikisinden başka kimse bilmiyor... -09:39-
.
bir françoiz breut, bir ayşegül aldinç, iki de f.d. şarkısını dinledikten ve biraz rüzgar estikten bir süre sonra ters T şeklinde bana bakan sokağımızın sağ yanından tepeden tırnağa bembeyaz bir adam göründü. beyaz saçlı, beyaz gömlekli, beyaz tişörtlü, beyaz bernuda şortlu, beyaz çorap ve beyaz ayakkabılı bir adam. sanki altmışlı yaşlarından yetmişine yürür gibi ama gitmek de istemez gibi elindeki iki market poşetiyle sanki boğazdan geçen ağır yük gemileri gibi geçti. üşenmedim. saat tuttum. yaklaşık elli metreyi üçbuçuk dakikada geçti. T nin kuyruğunun bittiği yerdeki ağacın gölgesinde oturdu. cebinden beyaz bir mendil çıkardı. başını, yüzünü, ensesini sildi. mendili özenle katladı. cebine koydu. bir kaç dakika sonra geldiği hızda sokağın ucunda gözden kayboldu. -10:01-
.
.
.