eskiden, çok eskiden, bilhassa pazar günleri biraz geri çekilir, hayatımı sorgulardım. kördüğümü nasıl çözebilirim diye bakardım. bir şey bulamaz, sıkıntıma kaldığım yerden devam ederdim. güneş ve müzikten ve bunları kaleme almaktan başka bir meşgalem, bir tutamağım yoktu. hala da öyle. bu daha ne kadar sürer hiç bir fikrim yok. ama işte, insanız, çiğ süt emmişiz. ekim ayından beri yanımdan hiç ayrılmayan, sıkıntıma ilaç, yarınıma umut olan güneşi az önce meşhur bir kahvecinin bahçesinde terkettim. 'bunaltıyorsun, bırak artık beni. mümkünse ekime kadar görüşmeyelim' dedim. içeriye kahve almaya gittim. sanki bedava mutluluk iksiri dağıtıyorlarmış gibi, pazarın onikisinde dokuz kişilik kuyruk var. biraz bekledim. sıkıldım. 'skerim böyle aşkın ızdırabını' diyerek sıradan çıktım. arkamdaki iki çift bir sıra daha öncelik aldıkları için öyle sevindiler ki beni öpecekler sandım. zor kurtuldum ellerinden. dışarıya, kendime, sıkıntıma döndüm. daha az güneş alan bir yere oturdum. cafeye yeni gelen insanlara, yalnız başına oturanlara baktım. hepsinin suratında tanıdık bir memnuniyetsizlik, ne yapacaklarını bilmemekten çok ne istediklerini bilmeyenlerin bir yüz ifadesi. mayıs sıkıntısından çok, bir insanlık dramı. sanki manyetik bir alana tutulmuşçasına, hep aynı şeyleri yapmak zorundaymış gibi tekdüze hareketleri. derin iç çekişleri, oflamaları, surat asmaları, zoraki gülümsemeleri hep aynı. ben de aynıyım.
dün akşamüstü mesela içimden bir türlü çıkmak bilmeyen sıkıntı patlama noktasına geldi. sanki bir hasretlik türküsü gibi uzun, çok uzun yazarsam yahut uzaklara, çok uzaklara gidersem geçecekmiş gibi bir sıkıntı. sebepsiz, tarifi zor. içimde bir yerlerde hapsedilmiş çığlık gibi. çıkmayan bir sıkıntı. lakin yazamadım. gidemedim de. ölecek gibi oldum. ölmedim. son bir umut 1960 yapımı bir fransız filmi izledim. bilindik, klasik bir konuyu öyle sade anlatmışlar ki, kayan bir yıldızı izler gibi bu filmi izledim. bittikten sonra filme kafaya taktım biraz. daha sonra da uyumuşum. uyandığımda, daha doğrusu uyandırıldığımda mahallenin imamı 'haydin salaha, haydin salaha' diyordu. bugün günlerden ne diye sordum kendime. sahi bugün günlerden neydi, gerçekten?