cuma, yağmur ve istanbul bir
araya gelince maalesef voltran oluşmuyor. he-man hiç olmuyor. çünkü ve önce
trafik sonra hayat duruyor. en nihayetinde mithad selim çıldırıyor.
misal bindiğim duraktan daha üç durak gitmişken, gidemiyoruz!
çünkü niye? çift yönlü akışı olan caddenin her iki tarafına park
eden terliksi hayvanlar ve buna göz yumanlar nedeniyle bilmemnebey caddesinde
bekliyoruz ondakikadır. resmen gitmiyoruz. ondan sonra vay efendim mithad selim
çok küfürbazmış, yok çok depresifmiş. peki sen söyle canım okuyucu. hırsızın
hiç mi suçu yok a.q?
hep mi biz ofsaytta
kalıyoruz.
hep mi sadriler kaybeder.
müjganlar hiç mi gelmez?
eyvallah, işyerinde zaman zaman
dalıp uzunca bir müddet kuşları izlediğim vakidir. amma ve lakin bu işimi
layıkı ile yerine getirmediğim anlamına gelmez. aksini iddia edenin alnını
karışlarım. haa küçükken tingir'in ağacından üç-beş olmamış şeftaliyi
hüpletmiş, afyon'lunun bahçesine kaçan top yüzünden iki kıvırcığını
ezmişliğimiz yok değil. ama karşılığı ve hiç inanmadığım karması bu mudur?
bence değil.. olmamalı..
.
yalan yok şimdi. bugün dörtten
altıya kadar kuşları izledim yine. sen olsan sen de izlerdin. yemin ederim.
güneşli ya da bulutlu hiç farketmiyor. mavi gökyüzüne ve hatta dünyaya en
yakışanı onlar çünkü. onlar ....
.
evet şu an, içimizden ve
dışımızdan olmak üzere iki ayrı koldan edilen toplu küfürler eşliğinde trafik
biraz olsun açıldı. içerisi doldu. camlar her türlü kareografiye mahal verecek
derecede buğulandı. klişeleri sevmem ama fırsatını bulduğumda da kaçırmam.
sevdiğimin ve benim baş harflerini yazdım buğulanan cama. lise üçe kadar
beşiktaş yazardım. lise üçte müjganı sevdim. ondan beridir nerde buğulu bir cam
görsem...
.
otobüs gittikçe yükünü aldı. öyle
ki taşma noktasına geldi. böyle kalabalığı en son kurtköy-pendik dolmuşunda
görmüştüm seneler evvel. onda da açık olan kapıdan düşmüştüm zaten. şanslıydım ama. minibüs viraj aldığı için yavaşlamış ben de o
esnada düşmüştüm. lise2 stajımı yapıyordum şeyhli köyünde bir fabrikada.
insaflı adammış şoför! ben düşünce durdu. son paramı çünkü o'na vermiştim.
yürümeye kalksam şeyhli'den pendik epey bir km. hele ki o zamanki çocuk
gözümle. sonra iki üç abi koşarak geldiler. kaldırdılar beni yerden. kol ve
dizlerimdeki hafif sıyrıklarla atlatmıştım. yaz ya da ilkbahar sonu olmalıydı.
zira açık olan hafif kanlı kollarımı hatırlıyorum. neyse işte yolun kalan
kısmını bana yer veren bir amca sayesinde oturarak gitmiştim o zaman.
ve şimdi kulağımda tom dayı bağır
çağır şarkı söyleyip ben bu yazıyı yazarken titreyen bir el gördüm. kafamı
kaldırdım çok yaşlı bir amca. hemen toparlanıp yer verirken beni rahatsız
ettiğini düşünerek; "kusura bakma evladım" dedi en istanbul beyfendisi
sesi ile. "kusura bakma"...
artık ne kadar rahat oturuyorsam sözle yetinmedi bir iki kez de sırtıma vurdu teşekkür babında. belli etmedim lakin içimden çok mahcup oldum. ama karmaya hala inanmıyorum. o ayrı..
artık ne kadar rahat oturuyorsam sözle yetinmedi bir iki kez de sırtıma vurdu teşekkür babında. belli etmedim lakin içimden çok mahcup oldum. ama karmaya hala inanmıyorum. o ayrı..
.
tom waits - how's it gonna end