sabahın sekizi. pazar. sisli ve puslu bir istanbul bana bakıyor penceremden. yağsam mı açsam mı kararsızlığında. dram ağırlıklı bir ispanyol filmi gibi sanki.
oysa güneşli pazar vaat eden devlet meteoroloji genel müdürlüğü'ne aldanıp hayyam çayevi'nin hayalini kurmuştum dün akşamüstü. çay içecek, güneşi kemiklerime kadar hissedecek ve nihayet keyif sigarası içecektim bir iki dal. hayal bu ya sevgilim, belki rastlaşırız diye umutsuzca da olsa seni bekleyecektim bir yandan. ama olmadı.
.
saat şimdi dokuz elli üç. hâlâ pazar. hâlâ puslu.
açık olan radyoda "aşkın frekansında şimdi mfö söylüyor. gözyaşlarımızı bitti mi sandın" diyor hanım kızımız. ama ben başka bir şarkısındayım mfö'nün.
bilmiyor.
'tam ortasındayım yolun, koşunun. ortasındayım. hem de bile bile.'
'tam ortasındayım yolun, koşunun. ortasındayım. hem de bile bile.'
.
dün öğlen ara sıra danışmanlık yaptığım bir firmadaydım. yemek söylediler. aç değildim. naz yapmadığımı anlamaları için kesin ve net bir dille çay istedim. her vakit güzel olmazdı çayları. bu sefer nasıl olmuşsa kıvamını bulmuşlardı. ya da çayı değiştirmişlerdi. iki bardak içtim. çekinmedim. üçüncüyü de istedim. ama görevli ablamız bir anne şefkatiyle;
"yeni ıhlamur kaynattım mithad bey siz seviyorsunuz diye" dedi. içine tarçın, ayva kabuğu ve küçük bir parça limon da koymuş.
şimdi söyleyin ; hangi milyon dolarlar verebilir bana o anki mutluluğumu? hangi maddiyat?
.
hem mutluluk demişken;
bazen de bir ömür boyu özlemektir mutluluk. dün gece onu çeyrek geçe bunu anladım.
oysa herkes bilir bunu.
.
.