pencere açıldı piştov patladı - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

pencere açıldı piştov patladı

"hay ben sizin şarap çanağınıza" diye bağırdım. bir martı kahkahalarla güldü. bir şey diyecekmiş gibi oldu. demedi. hemen az ötesinde onlara verdiğim ekmek içini gagalayan kumru sessiz kalma hakkını kullandı. gri güvercin hiç oralı olmadı. ben belli etmesem de bayağı bir bozuldum. salata için soğan doğruyordum o sırada. radyoda ne çalıyordu şimdi net hatırlamıyorum. bu kadar tepki gösterdiğime göre sanırım göksel çalıyordu. çünkü bayım, göksel'i çok seviyorum. en iyisi baştan anlatmak..
..
sabah sporunu, duşumu yapıp işe diye evden erken çıktım. kozyatağında ne vakittir görmediğim can ciğer bir arkadaşıma rastladım. oturduk kahvaltı yaptık. uzunca bir süre muhabbet ettik. kalktık. o yoluna, ben işime gidecektik. baktım çok fena uykum var. işe gitmedim. gerisin geri eve döndüm. radyoyu açtım. battaniyemi aldım. yattım. yatarken biraz sartre'nin bulantısını okudum. uykum kaçtı. kalktım. kahve için mutfağa gittim. süt bitmiş. tozu da kalmamış. markete inmeye üşendim. hiç yapmadığımı yaptım. kahveyi sütsüz içtim. şeker bile katmadım. dolapta çikolata buldum. bir yudum kahve, bir ısırık çikolata. radyo voyage açtım. biraz tanpınar okudum. baktım gözlerimden yaş geliyor esnemekten. uyumuşum.  şapşalca gülümsediğimi hatırlıyorum uyandığımda. ağzımın kulaklarıma vardığını hissebiliyordum. çok güzel bir rüya görmüştüm. ama rüyamı hatırlamıyordum. hep böyle oluyor.  ne vakit güzel bir rüya görsem ya en güzel yerinde uyanıyorum ya da çok fazla şey hatırlamıyorum. bunu dert etmeye vaktim kalmadı. çünkü karnım zil değil adeta siren çaldı. mutfağa gittim. dolaba baktım. ton balığı gözüme çarptı. yanına bir de güzel salata çaktın mı tamamdır dedim. kuşları hatırladım. hemen pencere kenarına baktım. sabahki ekmekleri götürmüşler. kenara bir parça daha ekmek içi koydum. çok geçmeden geldiler. önce martı benjamin. sonra nazlı kumru ve süslü güvercin. ne olduysa işte o arada oldu. salata için hazırlık yapıyordum ki kentsel dönüşümün en ağır işçileri zaarrr zarr zaarrrr  bir şeyler delmeye başladılar. ama yok böyle bir gürültü. sanki emar makinasındayım. öylesine ağır. şu hayatta en sevmediğim iki sesten biri korna sesiyse diğeri de matkap sesidir. tam ben soğan doğrarken başladı bu şarapçıların tantanası. tüm sokağı devasa matkaplarıyla titretmeye başladılar, sabır desibelimi çatlattılar.  korkudan az daha parmağımı kesiyordum. o derece. işte o vakit   "hay ben sizin şarap çanağınıza.." deyimini kullanmış bulundum. kurda kuşa maskara olacağımı bilsem kullanır mıyım hiç?
belli etmedim ama en çok benjamin'e bozuldum. o benjamin ki anasının yanında, kırmızı kiremitlerin üstünde paytak paytak, düşe kalka yürüme egzersizlerini bilirim. şimdi adam olmuş da benimle kafa buluyor kuş beyinli. ya nazlıcan'a demeli. o da üç günlük yavruyken gelmişti babası bedircanla pencere pervazına. benjaminin küstahlığına sessiz kalarak destek verdi. çok bozuldum çok. ama dedim insanlık ben de kalsın. akşamüstü, ekmek içlerini ıslatarak verdim yine. baba yüreği dayanmıyor işte!
.
göksel- yalnız kuş