- dövme bana en uzak gelenekti yıllardır. oysa bu yaz günlerimi geçirdiğim balkonumdan, en az siyah mercedes sayısı kadar dövmeli insan ve bilhassa kadın gördüm. kiminin boynunda, kiminin omuzunda. hem çok hoş gözüküyorlardı. tatoo diyorum. bilemiyorum doktor, bilemiyorum. galiba yaşlanıyorum.
- behzat ç.yi çok duydum, hiç izlemedim. az önce tesadüfen jehan barbur'un bir şarkısının klibinde gördüm. izlemek istiyorum. galiba. seviyorum merkez.
- buraya taşındığımdan beri tek bir tane dahi görmemiştim. tam dokuz yıl sonra sanki 20 yıl taksitle benim eve girmişler gibi her yanı karınca dolu balkonun. beşinci kat üstelik. şimdi ağustos böceği ile ilgili espri yapmanın tam zamanı belki ama bu sıcaklarda o da serinletmeyecek biliyorum.
-kuşlar var sonra. bilhassa kumrular. alıştık artık birbirimize. korkusuz, sualsiz yanaşıyoruz birbirimize. kâh çay içiyoruz, kâh memleket ahvalini konuşuyoruz. canım kuşlar.
- önce seslerini duydum. daha doğrusu sadece ve mütemadiyen kadın konuşuyordu. el ve kolları abartılı hareket ediyordu. mavi kot etek giymişti. adam ise cartlak kırmızı bir tişört. ama bu kadını can kulağı ile dinlemesine engel değildi. her yeni adımda kadın adama dinlemiyor muamelesi yapıyordu. sesi git gide artıyordu. ve bu beşinci kattan bariz görünüyordu. kavga oluyor sandım önce. gövdesi büyüklüğündeki yeşil-bej renkli, hasır görünümlü çantasını çekiştirirken en sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. yarın maniküre altan'la beraber gitmek istiyormuş. "tamam hayatım" deyince altan, sakinleşti birden.
- true detective'in ikinci sezonu da bitti geçen çarşamba. o günden beri boşluktayım. acil dizi lazım bana. çok acil altan!
- söylemiş miydim? bizim sokak çok neşeli ve de hareketli. keşke yönetmen olsaymışım. bu sokaktan en az yirmi kısa, yedi de uzun metrajlı film çıkarırdım. hem yazıp hem yönetirdim. karşı apartmanda bir abla var mesela. ismi lazım değil. zaten ismini de bilmiyorum. hem abla dediysem lafın gelişi. yoksa benden beş yaş küçük, kız kardeşimden iki yaş büyük gösteriyor. biz o'na kısaca siyahlı abla diyelim. çünkü hep siyah giyiyor. arabası beyaz. şimdi mesela yarım saat içinde üç kere gördüm o'nu. çünkü biraz dikkatsiz, biraz unutkan. galiba çokça aşık. 30 dk önce siyah takım elbisesi ile bir arkadaşının nikahından geldikten 15 dk sonra siyah mini eteği ile beyaz arabasına aceleyle binip ters yönde hızlıca uzaklaştı. allah korusun hastalık, kaza haberi aldı sandık önce. fakat işin aslı 10 dk sonra geri döndüğünde anlaşıldı. meğer sevgilisinin doğum günüymüş bugün. gittiği telaşla döndü. arabasını gelişigüzel parkedip koşarak merdivenlerden çıktı. anahtarıyla dış kapıyı açtı. iki buçuk dakika sonra pembe bir hediye paketi ile yeniden dış kapıda gözüktü. ilkinden daha aceleci bir tavırla ve hışımla kaldırdı arabasını. ama kalkmadı araba. o kadar panikle ve aceleyle hareket ediyordu ki stop etti birden. gaza çok fazla yüklenip boğmuştu arabayı. telaşla yeniden denedi. hareket ettiremedi. direksiyonu yumrukladı bir kaç defa. ucuz amerikan filmlerindeki gibi kendi kendine söylendi. fak off diye küfretti. ben lanet olsun diye çevirdim. bana doğru sert bir bakış attı. beni gördüğünü sandım. görmemiş. kendini telkin etmeye çalıştı. "tamam siyahlı. sakin olmalısın. şimdi derin bir nefes al. ona kadar say ve yeniden dene". öyle de yaptı. araba bulunduğu yerden yavaşça hareket etti ve bir süre sonra da gözden kayboldu. onlar ermiş muradına...
jehan barbur - seni seviyorum
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...