herkes denizci fırtınalı okyanusta* - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

herkes denizci fırtınalı okyanusta*

model'i en son bu kadar uzun süreli ve bol tekrarlı dinlediğimde yorucu bir aşk girdabından çıkmıştım. şimdi ne aşkım ne de ona dair acılarım var ama sabahtan beri model dinliyorum.
bir zamanlar hayat amacımı, yol'umu kitaplara bağlamıştım. olmadı. şiddetli bir geçimsizlik oldu aramızda. sonra üniversitenin son yıllarında filmler karıştı kanıma. tamam dedim bu sefer olacak. kesindi. iki artı ikinin dört ettiği kadar hem. lakin hayat hep bir adım öndeydi. ne kitaplardaki ne de filmlerdeki gibi değildi.
zaman zaman teğet geçen kitap ve filmler olsa da hep bir yerinden ıskalıyordum hayatı...
şimdi son umut şarkılar kaldı elimde...
canım şarkılar..
 ...
bu aralar çok soruyorum kendime? özellikle gönüllü işsiz olduğum altmışbeş günün son otuzbeş sabahında hep soruyorum..
bu kadar yükü sırtlamak niye? bir yıl, dört hafta , beş gün sonra önemi kalmayacaklar için bu kadar dert,tasa,sıkıntı,düşünce,hırs niye? hem kim ve ne için?
öleceğiz lan! öleceğiz işte....
bugün,yarın, haftaya,seneye olmadı ikibinyirmiüçte daha olmadı ikibinyetmişbeşte. daha daha olmadı. yok artık ölsün artık!
...
son zamanlarda "gitmek" temalı kitap,film ve müzikleri derdest eder oldum hayatımın en orta yerine. hani belki gitme cesareti aşılarlar diye. zira tek başıma yapamayacağım aşikar.
misal birlik beraberliğe ve paraya en çok ihtiyacım olduğu şu günlerde , alınmış ama okunmamışlar kitaplığımdan taşmış durumdayken dayanamadım üç adet daha kitap aldım yaklaşık bir saat önce. evet içinde bir adet gitmek fiilini düstur eden de var.çünkü gitmek ruhumda var. bir gün başaracağımı umuyorum.
ne diyordu bay hawking; "nefes aldığın sürece umut vardır."
..
 ve değişmeye çalışıyorum bir süredir. hiç kolay değil. farkındayım.  lakin üç büyüklerin karşısında "puan veya puanlar almak için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağız" diyerek çıkan ümitsiz anadolu topçusundan daha ümitvarım. söyleyeyim.
kadıköy benim için mesela hiç görmediğim okyanus, hiç bilmediğim ispanyolca gibi.  ama ben ne yapıyorum? yıllardır sanki başka hiç bir mekan hiç bir sokak yokmuş gibi. çayımı piraye'de içiyor karnımı hep aynı hızlı yemekçi'de doyuruyorum. artık bu aylaklık ne kadar sürer bilmem ama her gün farklı bir mekan ve sokağını belleyeceğim. hem kim bilir belki üstadın (bay c.) yapamadığını yapar. sokak  isimlerinin analizini yapar, haklarında kısa hikayeler yazarım . ama zaman. birazcık zaman...
...
öte yandan küçük tesadüflere şaşırmıyorum artık. bilakis mutlu oluyorum. yine de kolay olmuyor alışkanlıklardan kopmak.
kitap aldım demiştim. dışarıdaki tezgaha mevsim meyveleri gibi dizilmiş kitapları seçerken nefis bir kokuyla irkildim. solumdan aşağı kırmızı montlu sarı saçlı bir yetmiş boylarında bir kadın inerken sağ yanımdan yukarı siyah saç ve deri montlu lacivert ayakkabılı otuzlarında bir adam yol aldı. bir soluma bir sağıma bakıyor. kokunun kaynağının kim olduğunu anlamaya çalışıyordum. adam hızlı yürüyordu.acelesi vardı. bir de kahverengi kanvas pantolonu. kadın daha sakindi. mavi kotu ve narin adımları vardı. yüzünü görmedim ama dikkatli adımlarında hatırı sayılır bir yaşanmışlık vardı. adam hızlı yürüdü. kadın aksine yavaş ve hep bir sonraki adımını düşünür, oynak taşlara basmak istemez gibi. sonra adam köşeden ışık hızıyla kayboldu. tıpkı kokunun kaynağını ararken hafızamdan uçması gibi. o zaman işte kafama dank etti. hayatta da işte böyle özden ayrılıp detaylara takıldığım için güzelliği yaşamak yerine sağından, solundan çekiştirerek bir anlamda o anı yaşanmaz hale getiriyordum.
oysa montaigne ne güzel demiş; "bizi mutlu eden sahip olmak değil, tadına varmaktır."
..

son çalan şarkı :  model - buzdan şato