sabah
ben kurtulmak istedikçe o kırmızı görmüş boğa gibi üstüme üstüme geliyor. belki ekmel bey'i okumamış olsaydım bu kadar takılmazdım pazar günlerine. kendime bir kahve yaptım. bu sefer ne süt ne de şeker koydum içine. bu pazar farklı olsun istedim her şey. ne zamandır izlemediğim televizyonu açtım. vakit geçsin diye öylesine, kanallar arasında dolaşırken trttürk'te gündem edebiyat diye bir programa denk geldim. daha doğrusu tarihi bir kaç binayı, eski istanbul tadındaki sokakları görünce beynim elime ani bir komut verdi. kumandayı koltuğa yavaşça bıraktım. programı izlemeye başladım. bir kadın mütemadiyen konuşuyordu. kitaplardan, kelimelerden, yazılardan bahsediyordu. fakat görüntü devamlı değişiyordu. bir süre sonra boş boş televizyona baktığımı ama kafamda başka şeyler dolaştığını farkettim. dün akşam kitaplığımda bulduğum kese kağıdı biçim ve rengindeki şu küçük spiralli defterlerimden birini "şiYirimsi" defteri yapmayı geçirdim aklımda. çünkü bu beyaz cama yazmayı o kadar da sevmiyorum artık. el yazılarımı özledim. kalemin kağıtla adeta sevişircesine olan birlikteliğinden çıkan o sessiz sesi özledim. sonra iki noktayı, de ve da eklerini ayrı yazmayı özledim. parmaklarım kopuncaya kadar ama aşkla ama sevgiyle ama muhabbetle yazmayı özledim. sonra o yazdığımı beyaz bir zarfa koyup postalamayı. ve nihayet beklemeyi özledim..
öğlen
pencereden sokağı izliyorum. sokak pazar normallerinde, sakin. tek tük insan geçiyor. saat öğleyi vurmasına rağmen çoğunluk uyumayı tercih ediyor. araba dahi geçmiyor. sokaktaki az sayıdaki insandan telaşla caddeye çıkmaya çalışan, şık giyimli, kadın ve adamlar belli ki pazar gezmesine gidiyorlar. cadde tarafından onların aksine ağır ve düşünceli adımlarla elinde farklı marketlerin poşetleriyle pazar alışverişinden geliyor bir kadın ve bir adam. birbirlerini görmüyorlar bile. kör bir bakışla, sanki uzaktan kumanda ediliyormuşcasına yürüyorlar. dışarıya çıkmaktan vazgeçiyorum o dakika..
karşı apartmandaki teyze, balkonunda çiçeği ile uğraşıyor. buradan çiçeği tarif etmek zor. gerçi görsem de bilemem sanırım. çünkü papatya ve gülden başka çiçek tanımam. bir de lale. kalanı ilkokul terk zihnimde. sanırım konuşuyor çiçekleriyle. bir yerde okumuştum. rivayet odur ki söylediklerinizi anlıyormuş bitkiler. ne güzel. keşke benim de böyle bir tutkum olabilseydi dedim içimden. keşke. belki bir sonraki hayata!..
ikindi
fikrimi değiştirdim. dışarıya çıktım. hava güzeldi. güneşliydi. ve
biraz serindi. aslında tam istediğim gibiydi. lakin lanet olası pazardı işte. ve
ben ne istediğimi bilmiyordum. uzunca bir süre yürüdükten sonra kalabalık bir
cafeye oturdum. sanırım ömrümün en uzun kahvesini orada içtim. pazar sevişgeni
edasındaki pazar kahvecilerini, yoldan geçen araçları ve o araçların içindeki
insanları izledim bir süre. sonra çok önemli bir iş yapıyormuşcasına, kâh elim çenemde
düşünerek kâh kulağımdaki müziğe tempo tutarak dört sayfa yazı yazdım. -tekrar okudum da yazdıklarımı, lafı bile edilmeyecek, bi'boka yaramayan hayat
kırıklıkları- tek bir sigara içtim. bolca iç çektim. şimdi o boka
yaramayan notları buraya çeksem mi diye düşünüyorum. ama yok hayır yazmayacağım.
kitap okur gibi izlediğim o güzel kumralı da!..
akşam
yapacak bir işim yoktu. oturdum taş-kağıt-makas'ın suzan defter hikayesini yeniden okudum. dolayısı ile ekmel beyi. ve suzan hanımı da. altını çizdiğim satırlara yenilerini ekledim. daha önceden çizdiklerimi yeniden kazıdım belleğime. sıkıntım azalacağı yerde daha da arttı. işte o zaman anladım sıkıntımın asıl nedenini.
ısrar etmenin bir faydası yoktu. bir anda anlamsızlaşıyor işte her şey. buhar olup uçmak
istiyorsun. bir sis bulutu gibi güneşe ulaşmak. hakkını veremiyorsun çünkü
hiç bir şeyin.
ekmel bey; "unutulmayacak bir iz bırakan adamlardan değilim"
derken. unutulmak istiyordu okunur okunmaz. ama sen beni unutma
okuyucu. unutulmak kötü. eminim ekmel bey de unutulmak istemezdi. ama ve belli
ki şartlar denen vahim şey söyletmişti o'na bu kelimeleri. iz bırakmak konusunda benim de ekmel bey'den bir farkım yok aslında. lakin olur da bir gün kaybolursam aniden sen beni unutma yine de. unutma!
yatsı
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...