“bir gün gelir, dünyanın bir yerinde yıllarca senin haberin olmadan
yaşamış birine, bütün hayatını anlatmak istersin.” murathan mungan
en son böyle kendini bilmezce koştuğumda ikibindokuz baharıydı. bu sabah işte. koştum,
koştum ve koştum. hep koştum. yine koştum. metrelerce koştum. varacak bir
yerim yoktu ama durmaksızın koştum. koşmaya başlamadan önce frekansı radyo eksen'e ayarlamıştım. şansıma ikinci el
programı vardı. dinledikçe koştum. koştukça dinledim. söyledim ya,
durmadan koştum. müzik, kızıl-toprak, güneş, belli belirsiz anılar,
insanlar, hayaller, fıskiyeler, ağaçlar ve kuşlar. karmaşık
hisler sahibi olmuştum. hayır! mutsuz değildim. ama mutlu da değildim. iki halin arasındayım sanki. olmak ya da olmamak. koşmak
istiyordum sadece. bazen etiyopyalı maratoncular gibi hissettim kendimi. bazen fıskiyeden yüzüme vuran sular sonrası beş yaşındaki çocuk gibi. koşan çok
az kişi vardı. onların da çoğu vücut gramajını ayarlayamayan fanilerdi.
yanlarından koşarak geçerken anlamsız bakıyorlardı bana. çünkü koşu veya
spor bu ülkede ancak fazla kiloların varsa yapılan bir şeydi. kıçıma
neft yağı sürülmüş gibi koşmamı anlamıyorlardı. ben de onları
anlamıyordum. ama gülümsedim yine de. kimi suratını astı, kimi kafasını
çevirdi. çok azı gülerek karşılık verdi. umursamadım. çünkü çok
yorulmuştum. hiç tanımadığım mavi bir banka usulca yaklaştım. önce ayakkabılarımı çıkardım. sonra çoraplarımı. koşudan arta
kalan enerjimi toprağa vermeye çalıştım. öyle diyordu çünkü uzmanlar.
toprak negatif elektriği alırmış. ama ben aslında alnımdan ve sırtımdan süzülen
terler gibi beynimin içindeki zararlıların uçup gitmesinin peşindeydim o tahta banka otururken.
belki diyorum bir gün. tıpkı forrest gump'ta olduğu gibi hani. bir bankta yanıma oturursun ve ben sana herşeyi anlatırım. en başından. evet.
.
aaron - pessengers.
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...