bazı şarkılar yakıyor insanın içini. hayır ille de anılar değil sebep
buna. ama işte o duygu, söz ya da müzik yakalamaya görsün bir kez,
duvardan duvara meksika halısı gibi yere seriyor insanı.
hep
böyle oluyor. en karamsar, en hüzünbaz anlarda yazma histerim başlıyor.
aynı şeyler olmasın istiyorum. tekrar ve tekrar. tutuyorum
kendimi. ama dayanamıyorum.
yazıyorum...
ben de isterim güzel şeylerden
bahsedeyim. çiçek, böcek, sahil ve kumsaldan yana tavır koyayım. hayat
bayram olsa, insanlar el ele tutuşsa diyeyim. sonra fırıncı küreğinden hallice
ayaklarımı instagram olmasa bile windows resim görüntüleyici vasıtası
ile paylaşayım. ama...
ama işte...
sonbahar filmini seyretmemiş olsaydık belki...
" abisi n'palım. hayattan bizim payımıza da bu düştü..."
ve
evet hayat devam ediyor yalanı var tabi bir de. aslında hepimiz facia
haberi verdikten sonra şarkı söyleyen sunucu gibiyiz. kendini bile
kandırmayı beceremeyen. twitter mastürbatörleri falan. mevzu derin. hülasa-ı kelam az
biraz delikanlı olalım. sükûnet. samimiyet. insaniyet.
hayır, sinirli falan değilim. ne münasebet. nerdeyim. ne yapıyorum. burada amacım ne diye soruyorum kendime sadece!
cemali - duymak istiyorum şarkısı eşliğinde yazdım tüm bunları.
belki de o yüzden....
sonra işte akşam balkonunda,
siyah sıfırkol gömlek, beyaz etek ve haddinden yüksek topuklarla sizi gördüm sayın hanımefenedi. lakin
gözlerinizi göremedim. az önce bizim sokaktan geçtiniz.
ne kadar
naiftiniz.
fakat aynı sokakta tartışan çift çok çirkindiniz.
ayıpladım sizi.
bu balkonda ekmek var doktor! birazını kuşlara bırakmalıyım.
son tahlilde şu yukarıda fotoğrafı görülen yerde geçirebilirim kalan ömrümü.
yazmadığım çok şey var daha.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...