hep imrenmişimdir balkon insanlarına. pazar günleri bilhassa.
oysa yaşadığım sekiz sene boyunca toplam sekiz defa adamakıllı çıkıp oturmuşluğum yoktur bu balkona.
bazen
insanın kendini dinlemesi için çok uzaklara gitmesi gerekmiyor. çılgın
bir deniz kenarı, kaz dağı etekleri falan şart değil mesela. bir tutam
müzik, alabildiğince rüzgar, bir balkon ve bir sandalye yetebiliyor
bunun için kimi zaman. şimdi işte saat dokuzu beş geçe bir pazar sabahı balkondayım. hayatımı düşünüyorum.
ama aklıma bir şey gelmiyor.
sigara hariç demeliydim halbuki.
iki
blok ötede ve sol çaprazımda oldukça cırtlak sayılabilecek iki tuhaf renge birden boyanmış
bir binanın üçüncü katında genç bir adam öyle keyifle tüttürüyor ki
sigarasını. bu keyfi çıkan dumandan rahatlıkla görebiliyorum.imreniyorum. sonra yine hayatımı düşünüyorum. lakin hiç bir şey hatırlamıyorum.
babamı
öldürdüğü için değil de anneme verdiğim söz için içmiyorum bu sefer
beni kendine hasret bırakan şu lanet sigarayı. ve sanırım biraz da
tembel olduğum için.
sayıları çok değil balkon insanlarının. zaten
önemli olan da nitelikleri değil mi?
şimdi mesela uzaktan çok hoş
görünen kırmızılı esmer bir kadın çıktı balkonuna. giydiği elbisenin renginden akrep olma
ihtimalini söylememe gerek yok sanırım. ve hemen sağımda ise yeni
uyandığı askılı atletinden ve şiş gözlerinden belli olan otuzlarının
sonbaharında kirli sakallı bir adam.
göz göze gelmekten kaçınmıyoruz
balkon insanlarıyla. fazla da uzatmıyoruz ama. sanki gizli bir anlaşma
varmış gibi aramızda. ve gizli bir de işaret dili. o dille selamlayıp
birbirimizi hemen dönüyoruz kendi düşünce ve hayal alemimize. ve sonra ben yine hayatımı düşünüyorum.
seni özlüyorum.
.
birsen tezer-balıkesir
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...