tabi zaman zaman bu birlik ve beraberliği sabote eden provakatörler olsa da sağ duyu galip geldi en sonunda.
en başta taksim sıraselviler tarafından geldiği anlaşılan ve yarın işe gitmeyecek olan bir grup; "sık dişini son 8 saat, sonrasında 2 gün tatil heyooo" diye iğrençlikler yaptı uykulu suratlarıyla. ama tarlabaşı tarafından gelen cumartesi çalışanları -başta ben olmak üzere- "skyim lan ben böyle işi her gün her gün bu ne iş" dedi. nerede yaşadıkları ne iş yaptıkları belli olmayan pazar çalışanlarının iç sesleri zaten yazamayacağım kadar pornografi ve şiddet içeriyordu. mektep sokaktan geldiği anlaşılan inek öğrenciler akşam kırk sekiz tekrar yaptıkları vatandaşlık sınavı için kırkdokuzuncu tekrarı yaparken, tembeller ibrahimoviç'in golünü tartışıyorlardı. aşıklar için zaten bu evren yoktu onlar başka gezegenin mirasyedileri, bulutların kral ve kraliçeleriydi. elbette iyimser , güngörmüş amca ve teyze içsesleri de vardı aramızda. durak başımıza yıkılmıyorsa onların dua ve sevecenlikleri yüzünden yıkılmıyordu zaten. sayıları azdı ama durağın bekası, birlik beraberliği için dengeleyici unsur olaraktan kuzeye daha kuzeye umutla bakmamızı sağlıyorlardı.
son tahlilde "en azından gidecek bir işimiz var ve bu iş sayesinde kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyor, efendime söyleyim çorbamızı kaynatıp, cep telefon faturalarımızı ödeyebiliyoruz çocuklar" diyen bu amca-teyze iç sesleri bozgunculuk yapmaya çalışan kararsız vicdanları frenliyor, sloganlaşmış bir iki cılız iç ses dışında durak her sabahki mahmurluğunda godot'a saygıda kusur etmiyordu.
ama ve yine de büyük aylakistan ülküsü yolunda benim umudum vardı. elbet bir gün direne direne uyuyacağız. elbet bir gün...