ama artık kimse inanmıyor gideceğime. en sevdiğim, beni en sevenim, en yakın arkadaşlarım, en çok değer verdiklerim, en yakınımdakiler, en uzağımdakiler. hiç kimse inanmıyor. en kötüsü de ne biliyor musun bayım? kendim de inanmıyorum artık gideceğime. yine de işte başta zonguldak olmak üzere haritadan sahil şehirleri beğeniyorum kendime. denize mutlak kıyısı olan bir yer arıyorum. sessiz , sakin. kalabalığı olmayan. iyi insanların yaşadığı. çünkü ancak iyi insanlar iyileştirir beni. biliyorum. bu kalabalık boğuyor beni. bu insanlar, katlanılmaz trafik, bu koşturmaca. bu hız. ve sorumluluk dedikleri bu canavar yoruyor beni. hem bu kadar eşya niçin var. bunca giysi kimin için? kitaplar bile fazla geliyor bazen.
doksanların ortalarında küçük bir doğu şehrinde askerdim. bir görevim vardı. ve o görevin de öğlenleri
bir saatlik paydosu. bu bir saatlik paydosta küçük depo gibi bir yere gider, yattığım yerde gözlerimi kapardım. uyumazdım.
doksanların ortalarında küçük bir doğu şehrinde askerdim. bir görevim vardı. ve o görevin de öğlenleri
bir saatlik paydosu. bu bir saatlik paydosta küçük depo gibi bir yere gider, yattığım yerde gözlerimi kapardım. uyumazdım.
şehrin çeken iki radyosundan birini dinler, hayaller kurardım. özgürlük sığınağımdı orası ve o müzikler. işe yarıyordu o zamanlar. ayakta kalmamı sağlamıştı!
şimdi bir saati bulmayan güneşli öğle paydoslarında bu garip cafeye geliyorum. işe yarayıp yaramadığından hala emin değilim.