saat ;11:03 pazar ve güneşli. hatta biraz rüzgarlı. böyle güneşli kış günlerinde çalışmamalı insan. bana sorarsan yazın güneşinde de çalışmamalı. hiç çalışmamalı elbet. çünkü mutluluk diye bir şey varsa bayım; bu benim için sonsuz aylaklık demektir. bilemiyorum belki de hiç mümkün olmadığı için böyle düşünüyorumdur. kavuşamayınca oluşan aşk gibi hani. ama işte en dipte, en bulantılı, en sancılı dönemlerinde yaptığım bu aylaklık gezintileriyle biraz olsun nefes alabiliyorum. ve zaten ancak bu zamanlarda oturup iki üç satır yazabiliyorum. misal şimdi oturduğum yerden sultanahmet ve ayasofya üzerinden uçakların inişe geçtiğini görüyorum. saat tutmadım ama çok sık iniyorlar. üç dakikada bir, belki iki, belki dakikada bir. dedim ya çok uçak var. hani nerdeyse kuşlar kadar. kafamı her kaldırdığımda bir uçak. oysa ki yıllardır gelirim buraya ve hatta bu masaya. ilk defa görüyorum bu manzarayı. kendime şaşıyorum. bir de mahallenin bebeleri gibi etrafımda koşuşturan serçelere şaşırıyorum. uçaklar iniyor, uçaklar kalkıyor, kuşlar bir bayram sevincinde ve yakınlarda bir yerde çanlar çalıyor. bense yıllardır bitiremediğim bulantıyı okuyorum pazar sabahı yetim bırakılmış bu kimsesiz cafede. rüzgar biraz daha sertleşti. güneş etkisini yitirmeye ve ben üşümeye başladım. yağmur yağacak gibi. yağmayabilir de. az ileride tekne sahipleri boğaz turuna çok az zaman kaldığını duyuruyorlar canhıraş bir halde. kulağımda bir şarkı içimi parçalıyor. pazar günlerinin manasızlığı ruhumu sıkıyor.
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...